CHP İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu`nda Adalet Bakanlığı`nın bütçe görüşmelerinde; “Türkiye`nin ihtiyacı olan daha çok demokrasi, daha çok adalettir; birlikte yaşama, huzur içinde, bir arada yaşama hepimizin en büyük isteğidir. Bugün yaşanan krizin bir devlet krizine dönüşmesi söz konusudur. Bu anlamda da bunun bir an önce çözülmesine gerek var. Çünkü vatandaş, yüksek yargı organları arasındaki yaşanan bu sıkıntıyı son derece olumsuz algılıyor ve bu, adaletsizlik duygusunu da büyütüyor diye düşünüyorum. TBMM de bu konuda üzerine düşeni derhâl yapmak zorundadır” dedi.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu`nda, Adalet Bakanlığı, Kişisel Verileri Koruma Kurumu, Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İş Yurtları Kurumu, Türkiye Adalet Akademisi, Hakimler ve Savcılar Kurulu, Türkiye İnsan Hakları Eşitlik Kurumu, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay`ın 2022 yılı kesin hesap kanun teklifleri, 2024 yılı bütçe kanun teklifleri ile Sayıştay raporları görüşülüyor. Görüşmelerde konuşan CHP Plan ve Bütçe Komisyonu Grup Sözcüsü ve İzmir Milletvekili Rahmi Aşkın Türeli, şunları söyledi:
“Şimdi tabii, Adalet Bakanlığı bütçesini konuşuyoruz. Adalet kavramı önemli bir kavram ve dünyanın üzerine kurulduğu kavramlardan biri. Özgürlük gibi eşitlik gibi çok önemli bir kavram ve aynı zamanda da birlikte yaşamanın, toplum olarak bir arada olmanın, barış ve huzur içinde birlikte olmanın en büyük de güvencesi adalet. Aynı zamanda da bir duygu; insanlar bu duyguyu hissetmediği zaman, adalete güvenmedikleri zaman, içinde yaşadıkları toplumun, koşulların, kendilerine uygulanan muamelelerin adaletsiz olduğuna inandıkları zaman çok ciddi bir memnuniyetsizlik oluşuyor. Ve bunun sonucunda da baktığımız zaman aslında toplumdaki bu yaşanan adaletsizliklerin aslında ciddi sonuçlar, ciddi sorunlar ortaya çıkardığını görüyoruz. Yani bugün yaşadığımız zamanın içinde birçok olayın ortaya çıkmasının nedenlerine baktığımız zaman, neden sonuç ilişkileri içinde ele aldığımız zaman aslında yaşanan adaletsizliklerin nasıl bu sonuçlara neden olduğunu görüyoruz.
Tabii, adaleti ne sağlar sorusu önemli. Burada tabii ki var olan hukuk, kurallar manzumesi içinde, normal hiyerarşisi içinde bir kısım kurallar var, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çıkartılmış yasalar var ama aynı zamanda bunların da uygulanmaları, uygulanma süreçleri var. Şimdi tabii, hukuk felsefesinde genel bir ayrım, bir tartışma var, bu önemli bir tartışma, bu adalet kavramını da içine alan bir tartışma; kanun devleti, hukuk devleti tartışması. Sonuçta dünyadaki hemen hemen tüm devletlerin kanunları var; diktatörlükle yönetilen ülkelerde, faşizmle yönetilen ülkelerde bile bir kısım kanunlar var ama bunların var olmuş olması o ülkede hukuk devletinin olduğu, o ülkede adaletin olduğu anlamına gelmiyor. İşte bu anlamda da hukuk devleti kavramı ortaya çıkıyor, çok daha ötesinde bir kavram; hukuk yönünde eşitlik, adalet, temel hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması, yargı bağımsızlığı, devletin yargısal denetimi gibi birçok ilke ve kuralın varlığını içeriyor. Bu anlamda aslında hukuk devleti kavramının mevcut kanun devleti kavramının daha üstünde, daha içerici ve pozitif hukuktan ideal hukuka doğru gidiş açısından da önemli olduğunu düşünüyorum.
“VAR OLAN SORUNLAR 2018`DE GEÇİLEN CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÛMET SİSTEMİYLE BİRLİKTE AĞIRLAŞMIŞTIR”
Şimdi tabii, içinde yaşadığımız koşullarda Türkiye açısından baktığımız zaman bugün hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının en temel kurallarından biri güçler ayrılığı. Bu hem parlamenter sistemlerde hem başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerde hem yarı başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerde olmazsa olmaz bir kural yani yasama, yürütme, yargı birbirinden net bir biçimde ayrılmalı. Bu ayrım başkanlık sistemlerinde katı güçler ayrılığı olarak ele alınıyor, parlamenter sistemlerde daha yumuşak bir güçler ayrılığı var çünkü yürütme parlamento içinden, yasama içinden çıktığı için orada bir iç içelik söz konusu olabiliyor. O da daha çok iktidar-muhalefet ayrımı üzerinden çalışıyor ama bugün baktığımız zaman bizim sistemimizde yasama, yürütme ve yargı hepsi tek bir kişinin şahsında birleşmiştir. Böyle bir sistem hiçbir şekilde kabul edilemez. Var olan sorunlar 2018`de geçilen Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi`yle birlikte ağırlaşmıştır. Hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, temel hak ve hürriyetler, basın özgürlüğü, düşünce, ifade ve bu doğrultuda örgütlenme özgürlüğü bütün bunların hepsi aslında bugün baktığımız zaman Türkiye`nin ne yazık ki bu alanda demokrasiden gittikçe uzaklaştığını gösteriyor bize. Burada -tabii biraz önce de söyledim- bir hukuk devleti kavramı içinde ne olabilir? Temel hak ve hürriyetler nasıl daha çok geliştirilebilir? Bunlar üzerine belki hepimizin bir yoğunlaşması gerekiyor. On İkinci Kalkınma Planı`nın 913`üncü paragrafında da siz şöyle diyorsunuz: ‘Katılımcı bir hazırlık süreciyle yeni bir yargı reformu stratejisi ve insan hakları eylem planı hazırlanacaktır.` Aslında bu, bir anlamda var olan sorunların da ifadesi; tabi bu ilk defa yok. Hemen hemen baktığımız zaman bütün planlarda, dokümanlarda Bakanlığınızın stratejik planında yer alan koşullar. Ama aslında dediğim gibi, bu alan geliştirilmesi gereken bir alan olma niteliğini de içeriyor. Burada, bir kavram önermek istiyorum: ‘İyi idare hakkı ve eşitlik.` Bu iyi idare hakkı, aslında bugün Avrupa hukukunun da temel normlarından; örneğin, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı`nın 41`inci maddesinde temel bir hak olarak düzenleniyor. Temel Haklar Şartı, iyi yönetim hakkı bakımından bireylerin güvencesini oluşturuyor. Bu maddeye dayanarak çıkarılan Avrupa İyi İdare Kanunu 2002 yılından beri yürürlükte. Keza Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi`nin iyi idare konusunda üye devletlere 2007/7 sayılı tavsiye kararı var; bu da aynı zamanda bu alanda uluslararası bir belge. Ne demek bu? Bizde de tabi iyi idare hakkına ilişkin bir kısım Anayasa`mızda... İşte, bir kısım yasalarımız var, onlara ilişkin farklı farklı hükümler var ama onların hepsinin bir arada olmasına ihtiyaç var. Bunu neden istiyoruz? Çünkü bugün Türkiye`de yaşanan temel hak ve hürriyetler alanındaki sıkıntılar, Türkiye`de yaşanan adaletsizlikler, insan hakkı ihlalleri çok ciddi sıkıntı oluşturuyor.
“YAŞANAN EŞİTSİZLİKLER VE AYRIMCILIKLAR, HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ BÜYÜK ÖLÇÜDE ORTADAN KALDIRMAKTA, KUTUPLAŞMA ARTMAKTA VE TOPLUMSAL BARIŞ DİNAMİTLENMEKTEDİR”
Şunu unutmamak gerekiyor Sayın Bakan: Yaşanan eşitsizlikler ve ayrımcılıklar, hak ve özgürlükleri büyük ölçüde ortadan kaldırmakta, kutuplaşma artmakta ve toplumsal barış dinamitlenmektedir. Diğer taraftan, evrensel demokratik değerlerden uzaklaşma, devlet ve vatandaş ilişkisinin meşruiyet, rıza temelini zayıflatmaktadır. Bunun sonucunda devletin otoriter yönelimleri güçlenmekte, zor, baskı aygıtlarının saldırgan pratikleri giderek yaygınlaşmaktadır. Bu süreçte siyasi iktidar, hedeflerine büyük ölçüde devleti idareyi yani kamu gücünü araçsallaştırarak ulaşmaya çalışmaktadır. O zaman bunun karşısında daha fazla demokrasi, insan hakları, daha fazla hukukun üstünlüğü, daha fazla sosyal refah savunucusu pozisyonlar geliştirmek, evrensel idealleri söylem ve pratikte egemen kılmak demokratik mücadele açısından vazgeçilmez öneme sahiptir. Bu elbette Adalet Bakanlığı`nın görevi içinde ama aynı zamanda hükûmetin de daha geniş kapsamlı bir demokratik yönetim reformunu da gerekli kılmaktadır. Bu çerçevede buna ilişkin mevzuatın bir araya getirilmesi, bu konuyla ilgili mekanizmaların, denetim mekanizmalarının oluşturulması, özellikle Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesindeki iş bölümünün ve mekanizmaların geliştirilmesi önemli. Nitekim, İnsan Hakları İnceleme Komisyonu var, Dilekçe Komisyonu, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu; bunlar daha aktif hâle gelmeli. Eşit vatandaşlık perspektifi, Kamu Denetçiliği Kurumu ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu`nun politika belgelerine dâhil edilerek ana akımlaştırılmalı. Vatandaşların haklarını güvence altına alacakları, buna ilişkin şikâyetlerini ortaya koyabilecekleri ve bundan hızlı bir biçimde sonuç alabilecekleri bir sistemin kurulmasına ihtiyaç var. Yani Türkiye`nin gerçek bir adalet reformuna, bir yönetim reformuna -bir yönetim reformunun parçası olduğunu da söyledim- ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.
“BUGÜN YAŞANAN KRİZİN BİR DEVLET KRİZİNE DÖNÜŞMESİ SÖZ KONUSUDUR”
Son olarak, bugün aslında birçok konuşmacımız da bahsettiler. Bu son dönemde, bu son günlerde yaşadığımız kriz üzerinde tekrar durmak istiyorum. Burada bir kısım hatipler de konuşmalarında söylediler ama sanki kriz Anayasa Mahkemesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında bir krizmiş gibi anlaşıldı ama Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasında ortaya çıkan bir sorun. Yani aslında hukuki anlamda ortada bir çekişme var, bir sıkıntı var. Burada konu sadece Anayasa Mahkemesi`nin bir üst temyiz merci olması değil; Yargıtay`ın ona ilişkin itirazı var yani Anayasa Mahkemesi`nin kararını kabul etmiyor ama sonuç itibarıyla anayasa eğer normlar hiyerarşisinde en üstteyse, onu korumakla görevli olan kurulmuş bir anayasa mahkemesi varsa Anayasa Mahkemesi`nin kararlarının bağlayıcılığı konusunda ona ilişkin hiçbir düşünce, hiçbir itiraz olmamalıdır diye düşünüyorum. Bu, Yargıtay açısından da Danıştay açısından da hepsi açısından da geçerli olmak zorundadır. Yani Anayasa madde 153 çok açık ve net; Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını bağladığı hüküm altına alınmıştır. Yine, burada baktığımız zaman, Yargıtay`ın kararlarında da işte, Can Atalay`ın, bu Anayasa 14`üncü maddesine göre kendisine bir mahkûmiyet kararı verildiğinden bahsediliyor ama çok ilginçtir, Anayasa`nın 14`üncü maddesi şöyle diyor: "Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz." Sonuç itibarıyla, baktığımız zaman şunu söylemek isterim: Ortada ‘Gezi Parkı` dediğimiz eylemler vardı, Gezi Parkı eylemlerini ben bir biçimde devleti ülkesi ve milletiyle ortadan kaldıracak bir faaliyet olduğunu hiçbir zaman düşünmedim, son derece çevreci bir refleksti. Çevreci bir refleks ortaya çıkmış, oradaki Gezi Parkı`nın park olmaktan çıkarılması, AVM yapılması üzerinden oluşan, gönüllülük üzerinden oluşan, milyonlarca insanın bir biçimde katıldığı ve protesto hakkını, demokrasilerde en temel haklardan olan eleştiri hakkını kullandığı bir protesto biçimidir. Yani oturup bunun üzerinden baktığımız zaman da aslında işin başka bir sıkıntı içermesidir... Türkiye`nin ihtiyacı olan daha çok demokrasidir, Türkiye`nin ihtiyacı olan daha çok adalettir; birlikte yaşama, huzur içinde, bir arada yaşama hepimizin en büyük isteğidir. Bundan hiç kimsenin kuşkusu yok ama bu bağlamda, dediğim gibi, bugün yaşanan krizin bir devlet krizine dönüşmesi söz konusudur. Bu anlamda da bunun bir an önce çözülmesine gerek var. Çünkü vatandaş sonuçta devletin tepesindeki, yüksek yargı organları arasındaki yaşanan bu sıkıntıyı son derece olumsuz algılıyor ve bu, adaletsizlik duygusunu da büyütüyor diye düşünüyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi de bu konuda üzerine düşeni derhâl yapmak zorundadır diyorum.”