CHP Ankara Milletvekili Okan Konuralp, dün TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu`nda Adalet Bakanlığı bütçesinin görüşmelerinde; “Yargıtay 3. Dairesi`nin Anayasa Mahkemesi`ne yönelik birtakım suçlamaları, ithamları var. Ya, bu Yargıtay, Yargıtay`da tek bir gün dahi görev yapmamış, tek bir Yargıtay kararına dahi imza atmamış bir kişiyi zorla ya da istekle Anayasa Mahkemesi üyesi yapmış bir Yargıtay. Şimdi bu Yargıtayın 3. Dairesi çıkmış Anayasa Mahkemesinin Can Atalay`la ilgili almış olduğu karara dair birtakım hukuki pozisyonlar almaya çalışıyor, bunun da kabul edilebilir yönü olduğunu düşünmüyorum” dedi.
CHP Ankara Milletvekili Okan Konuralp, dün, Adalet Bakanlığı bütçe teklifinin görüşüldüğü TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında konuştu. Konuralp, şunları söyledi:
Benden önce konuşan sayın milletvekili arkadaşlarımın Türkiye `deki yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı tartışmalarına ilişkin ne yazık ki olumsuz değerlendirmelerine bütünüyle katıldığımı ifade etmek istiyorum. Dolayısıyla tekrara çok da düşmeden, Türkiye yargısının içinde bulunmuş olduğu duruma ilişkin birkaç kısa değerlendirmenin ardından özellikle cezaevi ziyaretlerim sırasında kimi tutuklu ve hükümlülerin birtakım talepleri ve isteklerine ilişkin bazı değerlendirmeleri ve beklentileri de sizlerle paylaşmak istiyorum.
Malumunuz, Türkiye, 2022 Hukuk un Üstünlüğü Endeksi verilerine göre 140 ülke arasında 116`ncı sırada. Bu gerçek, bu veriler sizin tarafınızdan ciddiye alınmıyor olabilir, önemsenmiyor olabilir. Uluslararası Hukukun Üstünlüğü Endeksi`ni de bir dış güçler metaforuyla değerlendiriyor olabilirsiniz. Türkiye yargısının kimi uluslararası bağımsız kuruluşlar tarafından kıskanıldığını da ifade edebilirsiniz ama bu gerçek. Bu gerçeği sadece bizler, siyasetçiler ya da Türkiye yargısının kimi mağdurları ifade etmiyor. İşte, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılarından birisi de yargıdaki durumu bir ‘çürük elma` metaforuyla nitelendirmekten geri adım atmıyor.
Ama öte yandan geçtiğimiz haftalarda bir başka dramatik bir durum da yaşandı. Bir gazeteci arkadaşımız Tolga Şardan, tarih itibarıyla 31 Ekim`de MİT`in yargıdaki durumla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan`a sunulmak üzere bir rapor yazdığına ilişkin bir haber yayınlıyor. Bu haberin yayınlanmasından yaklaşık otuz altı saat sonra ya da kırk sekiz saate yakın bir sürenin ardından Tolga Şardan tutuklandı.
31 Ekim`de yayınlanan ve Türkiye`de tartışma yaratan bir haberin doğru olup olmadığına dair ilgili kişiden bilgiyi biz, Tolga`nın tutuklanması sonrasında aldık; hayatın olağan akışına aykırı bir durum. Eğer Tolga`nın yazdığı haber -sizin bir gazeteye yapmış olduğunuz değerlendirmeye atfen söylüyorum-, bir dezenformasyonsa, yalan bir haberse eğer 31 Ekim`de yayınlanan bir haberin İletişim Başkanlığına bağlı, ne olduğu belli olmayan ‘Dezenformasyon Merkezi` adını taşıyan bir birim tarafından 31 Ekim`de yayınlanan bir haberin yaklaşık kırk sekiz saat sonra, Tolga`nın tutuklanması sonrasında yalanlanması tam bir garabettir.
Eğer gerçekten yalanlanmayı gerektiren bir haber varsa bunu sıcağı sıcağına, 31 Ekim tarihi itibarıyla yayınlarsınız ve yalanlarsınız dolayısıyla beklemezsiniz Tolga`nın tutuklanmasını. Sizin de bir gazeteye yapmış olduğunuz talihsiz bir açıklama var: İşte, MİT`in böyle bir raporu yok dolayısıyla dezenformasyon. Peki, MİT`in böyle bir raporu yok; Emniyet`in böyle bir raporu var mı? Emniyet İstihbaratın böyle bir raporu olduğuna dair birtakım iddialar da Ankara kulislerinde konuşuluyor. Vardır, yoktur, belki siz de bunu birazdan yalanlarsınız ama nihayetinde ortada hukukun popüler tanımıyla ‘yatarı olmayan bir suç` iddiasıyla bir gazetecinin beş gün de olsa cezaevinde tutuklanması, cezaevinde alıkonulmasıyla ilgili bir fikir ve ifade özgürlüğüne doğrudan bir müdahalenin sonucu olarak bir mağduriyeti gazeteci bir arkadaşımıza bu Türkiye hukuk sistemi yaşatmış oldu.
Hukukun popüler tanımıyla ‘yatarı olmayan bir suç`lamayla Tolga`nın önce Ankara`da tutuklanması ve ardından İstanbul`a, Silivri` ye sevkini hep beraber izledik. Bu bile tek başına Türkiye yargısının içinde bulunmuş olduğu durumu göz önüne sermesi açısından vahim bir durum.
Bir başka konu da şimdi, Yargıtay 3. Dairesi`nin Anayasa Mahkemesine yönelik birtakım suçlamaları, ithamları var. Ya, bu Yargıtay, Yargıtay`da tek bir gün dahi görev yapmamış, tek bir Yargıtay kararına dahi imza atmamış bir kişiyi zorla ya da istekle Anayasa Mahkemesi üyesi yapmış bir Yargıtay. Şimdi bu Yargıtayın 3. Dairesi çıkmış Anayasa Mahkemesinin Can Atalay`la ilgili almış olduğu karara dair birtakım hukuki pozisyonlar almaya çalışıyor, bunun da kabul edilebilir yönü olduğunu düşünmüyorum.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu denetiminde olan bütün kanalların, bütün televizyon kanallarının cezaevlerinde yayınlarının sağlanması gerektiğine yönelik bir alt yapı çalışmasına başlamanızı rica ediyorum; mahkûmlardan gelen talepler budur. Özellikle Tele 1, Sözcü TV, Halk TV gibi kanalların cezaevlerinden izlenilemediğini oysa bunların her biri bütün tartışmalardan ari olarak RTÜK denetiminde olan kanallar, bu kanalların cezaevinde izlenebilir bir hâle getirilmesini öngörüyorum.
Bazı tutuklu ve hükümlülerin akademik kimliklerine de bağlı olarak özellikle yabancı dilde kitap sorunu var; İngilizce, Fransızca, Almanca hatta Kürtçe birtakım kitaplara ulaşım problemleri. Özellikle bu taleplerin ivedilikle yerine getirilmesinin son derece yerinde ve doğru olduğunu düşünüyorum.