Haber: TENZİLE AŞÇI Kamera: ÖZGÜR ŞENGÜL
Türkiye`nin köklü üniversitelerinden Ege Üniversitesi`nin yaklaşık 2 bin öğrencinin barındığı Öğrenci Köyü`nde 2024-2025 öğretim yılı için aylık aidatlara yüzde 300`ün üzerinde zam yapıldı. Zamla birlikte 2023-2024 öğretim yılında iki kişilik oda aidatı aylık kişi başı 1480 lira ve üç kişilik oda aidatı ise 1250 lira iken; bu sene 2024-2025 öğretim döneminde iki kişilik oda aidatının aylık kişi başı 6 bin liraya ve üç kişilik oda aidatı ise 5 bin liraya çıkarıldı. Öte yandan Yükseköğretim Kurumu(YÖK) tarafından alınan kararla birlikte devlet üniversitelerindeki ikinci öğretim programlarının kapatıldığı, vakıf üniversitelerinin ise gelecek dönem programlarını bu doğrultuda yapmaları konusunda uyarıldığı açıklandı.
Eğitim ve ekonomiyi doğrudan etkileyen iki karar da kamuoyunda tepkiyle karşılanırken Eğitim-Sen İzmir Üniversiteler Şube Başkanı Lülüfer Körükmez, kararlara ilişkin ANKA Haber Ajansı`na konuştu.
Eğitim-Sen İzmir Üniversiteler Şube Başkanı Lülüfer Körükmez, kişilerin eğitim hakkının engellenemez olduğunun altını çizerek öğrencilerin eğitim ve iş hayatı arasında tercih yapmaya zorlanamayacaklarını belirtti ve “Eğitimin bir sınıfsal ayrıcalığa dönüştürülmesi demektir bu” dedi.
"Yanlış ekonomi politikaların etkilerinin bir kez daha dar gelirliler çıkarıldığını görüyoruz"
Ege Üniversitesi Öğrenci Köyü ücretlerine yapılan zammı değerlendiren Körükmez, Ege Üniversitesi`nin öğrencilerin okulu en çok bıraktığı üniversitelerden biri olduğunu hatırlatarak şöyle konuştu:
“Ege Üniversitesi Türkiye`de en fazla okul bırakma oranının olduğu üniversite. Geçen sene yayınlanan istatistikler temelinde bunu söyleyebiliriz. 12 bin öğrenci resmi olarak kaydını üniversiteden sildirmişti. Bunun yanı sıra bir de fiili olarak üniversiteye devam edemeyenler var. Yani okula kayıtlı olduğu halde çalışmak zorunda olduğu için derslere gelemeyen öğrencilerimiz var. Bunun yanı sıra başka bir şehre gelip barınma problemi yaşadığı için gelemeyen öğrencilerimiz var. Dolayısıyla yurtların ücretlerinin arttırılması doğrudan sosyal ekonomik olarak darda olan sınıfların ve öğrencilerin eğitimden uzaklaştırılması demek. Bunun uzun vadeli etkileri çok acı olacaktır. Eğitimin bir sınıfsal ayrıcalığa dönüştürülmesi demektir bu. Yani sadece parası olanın eğitim alabileceği alabilmesi anlamını gelir. Dolayısıyla Ege Üniversitesi, bu kararları alırken bütün bunları ne kadar düşünüyor, ne kadar tartıyor bilmiyoruz. Yönetimden maalesef ki neredeyse hiçbir konuda üniversitenin paydaşları olarak, sendikalarla bir fikir alışverişinde bulunduğu veya bir açıklama yaptığını görmüyoruz. Öbür yandan bütün bu ülkede süre giren ekonomik kriz artık kriz bir anlık olur ama bizi süren bir kriz hali var. Bu yanlış ekonomi politikaların etkilerinin bir kez daha yine dar gelirliler çıkarıldığını görüyoruz. İlk gözden çıkarılanın eğitim olduğunu, gençler olduğunu görüyoruz maalesef.”
"Çalışan kişilerin eğitim hakkı engellenemez"
YÖK`ün üniversitelerdeki ikinci öğretimleri kaldırmasında da Ege Üniversite yönetimi örneği üzerinden süreçlerin şeffaflıktan uzak yürütüldüğü konusunda eleştiri getiren Körükmez şunları söyledi:
“YÖK`te de aynı problem var. Önce bunu vurgulamak isterim. Bu kararların nasıl alındığıyla ilgili süreçle ilgili herhangi bir bilgi paylaşımında bulunulmuyor maalesef ki. Ne öğretim üyeleriyle bir bilgi alışverişi var. Nasıl bu işlettiler ve nasıl bu kararı aldılar bilmiyoruz. Ancak yapılan açıklamada iş piyasalarındaki gözlemleri itibariyle, verileri itibarıyla böyle bir karar aldıklarını söylüyorlar. Ancak eğitim dediğimiz şey sadece iş piyasalarıyla ilgili değildir. Doğrudan iş piyasasına katkı yapması yükseköğretimin, akademik eğitimin gerekmiyor zaten. Ama elbette peki ilişki var. Doğrudan olması şart olmamakla birlikte elbette ki bazı bölümler için bu söz konusu. Ancak burada şunu göz ardı edemeyiz. Çalışan kişilerin eğitim hakkı engellenemez. Bu kadar yaygın ve kapsamlı olmak zorunda değil. Her üniversitede, her bölümde olması gerekmiyor. Ama en azından belirli oranlarda çalışan kişilerin mesai saatleri dışında yüksek eğitim alabilecekleri olanakların olması gerekiyor. Bu temel meselelerden bir tanesi. İkincisi de birdenbire ‘Ben bugün karar verdim. Bu yıl kaldırıyorum` gibi kararların alınması. Önceden öğrencilere sınav bölümünde buna hazırlanılmaması. Özel üniversiteler ve vakıf üniversiteleri için bu öngörüde bulunuluyor. Bir sene sonrasına tarih veriliyor. Ama devlet üniversitelerinde bu karar hemen alınıyor ve hemen uygulanıyor. Dolayısıyla buradaki hem çifte standart hem de devlet üniversitelerinin bir tür keyfi idaresi çok ciddi problemlerden bir tanesi.”
"Kişilerin ya eğitim ya çalışma gibi bir seçme durumunda bırakılmaması gerekiyor"
Eğitim hakkının engellenemez olması üzerinden YÖK tarafından verilen ikinci üniversitede bazı bölümlere yaş sınırı getirmesine de tepki gösteren Körükmez şöyle konuştu:
“İlkesel düzeyde kişilerin ya eğitim ya çalışma gibi bir seçme durumunda bırakılmaması gerekiyor. Belirli oranlarda gündüz mesaisi yapan, çalışan kişilerin ve mesai saatleri dışında öğrenim görebilecek bir olanakların olması gerekiyor. Bunları toptan kaldırmak, kapatmak söz konusu olan benzer şekilde YÖK`ün aynı kararında ikinci üniversite programlarında bazı bölümlerin sadece 35 yaş üstüne açıldığına, onun altında kapatıldığına ilişkin bir karar da var örneğin. Bu nasıl, neye göre aldılar bu kararı? Birinci üniversite 22 yaşında bitirdiğini varsayarsak bir kişinin 35 yaşa kadar örneğin neden sosyoloji eğitimi alamıyor? Neden 35 yaşının üstündekiler alabilir gibi sorular var. Ama bu sorularımıza muhatap çok da bulamıyoruz maalesef.”