Mersin Barosu tarafından açılan davada, Kanal Projesi’nin bir ekolojik yıkım projesi olup, ekolojik krizi daha da derinleştireceği belirtilerek, “Kanal yapılmak istenen alan, İstanbul ile Trakya arasında sıkışan sulak alanlar, orman, tarım ve mera alanları gibi değerleri içinde barından bir bölgenin tam ortasından geçirilmek isteniyor. Kanal ile bütünleşik bir ekosistem kanal ile ikiye ayrılacak, imara açılarak 1 Milyon 200 bin kişilik bir nüfusun yaşadığı yerleşim alanı haline dönüştürülecek. Kentleri yaşanılabilir kılan unsurlar, doğal açık alanlar, nehir havzaları, orman, parklar, tarım ve mera alanlarıdır. Bu alanlar ayrıca, onlarca canlı türünü de barındıran alanlardır. Böyle alanların ortasından yapay beton parçaları ile bölmenin, yeni yerleşim alanları oluşturmanın ekosistemi ve yaşamı sonlandırmaktan başka bir sonucu olmayacaktır. Bu yüzden, kanal projesi ilk etapta İstanbul’u etkileyen bir proje olarak gözükse de,en başta bu alandaki kara ve deniz ekosistemi, canlı yaşamı, doğal, tarihi ve kültürel değerleri itibariyle daha geniş bir coğrafyayı yakından ilgilendirmektedir.
“SİYASİ DAYATMADAN BAŞKA BİRŞEY DEĞİLDİR”
Dava dilekçesinde şu ifadelere yer verildi: “Kanalın, Karadeniz ve Marmara Denizi’nde yaratacağı geri dönüşü mümkün olmayan ekolojik sorunlar üzerinden etki alanını düşünecek olursak; kanal, ilk başta İstanbul ve Trakya kentlerini, Marmara ve Karadeniz ekosistemlerinde oluşacak sorunlardan kaynaklı, Marmara ve Karadeniz şehirlerini, İstanbul’un gıda, su gibi ihtiyaçlarını karşılama arayışı nedeniyle irtibat haline gireceği tüm şehirleri, ülkeleri yakından ilgilendirmektedir. Özellikle, iklim krizinden çıkışla ilgili yol aradığımız bu dönemde, krizi daha da arttıran bir siyasi dayatmadan başka bir şey değildir. ÇED raporundan gizlenen Devlet Su İşleri görüşlerine göre: 5 milyon İstanbullu susuz kalacak. Kanal proje sahasının büyük bir kısmı ekilebilir tarım arazileri ve meralardan oluşuyor. ÇED raporuna göre, proje sahasının %59,32’si tarım alanıdır. Kanuna aykırı olarak, mera niteliği kaldırıldı. Saklanan TÜBİTAK MAM raporuna göre; Marmara ve Karadeniz ekosistemleri ağır zarar görecek.”
“ULUSLARARASI HUKUK İHLAL EDİLİYOR”
ÇED sürecinin ÇED yönetmeliğine aykırı işletildiği, ÇED sürecinin tarafsız yönetilmediği, ÇED etki alanının daraltıldığı belirtilen dava dilekçesinde, Kanal İstanbul Projesi ile uluslararası hukukun ihlal edildiği de ifade edilerek, projenin Montrö Anlaşması’na, Karadeniz’in kirlenmeye karşı korunması sözleşmesine (BÜKREŞ), Avrupa yaban hayatının korunması sözleşmesine (BERN), uluslararası öneme sahip sulak alanlar hakkında sözleşmeye (RAMSAR), Avrupa peyzaj sözleşmesi ile dünya kültürel ve doğal mirasının korunmasına dair sözleşmeye aykırı olduğu ifade edildi.
“TARİHİ, DOĞAL VE KÜLTÜREL ALANLAR YOK OLACAK”
Proje ile şehrin tarihi, doğal ve kültürel alanların yok olacağının belirtildiği dilekçede ayrıca, “Terkos Gölü ve Sazlıdere Barajı’nın yok edilmesi nedeniyle, yıllık iyi senaryoda 70 milyon metreküp, kötü senaryoda 427 milyon metreküp içme suyu yok olacak, İstanbul susuzluk yaşayacak. Marmara Denizi bitecek, Karadeniz ekosistemi çökecek. Toplam 12.896.203,57 m2’lik devlet orman alanı, yani yaklaşık 20 bin futbol sahası büyüklüğündeki orman yok olacak, en az 200.878 adet ağaç kesilecek. Tarım alanları yok olacak. Mera ve otlak alanların yok edilmesi, hayvancılığı da bitirecek. İmar ve yapılaşma dolayısıyla, İstanbul nüfusu en az 1 milyon 200 bin artacak” denildi.
YEŞİLBOĞAZ: “KANAL İSTANBUL FELAKET PROJESİDİR”
Mersin Barosu Başkanı Bilgin Yeşilboğaz, “Kanal İstanbul Projesi’nin yol açacağı tahribatı bilim insanları ‘yıkım’ olarak açıklamıştır. Proje, siyasal, ekonomik ve çevresel bir felaket projesidir. Akıl ve bilimden uzak, ‘çılgın proje’ olarak adlandırılan bu projeden derhal vazgeçilmelidir” dedi.