Gazetenin satışı yayınlanan mesajdan daha düşükse?...
Sabah sabah mail kutumuzu açtığımızda bizi ‘10 Ocak Basın Bayramını’ kutlama mesajları karşıladı. Meğerse ne
kadar sevilip önemseniyormuşuz da haberimiz yokmuş. Ama yayınlanan kutlama mesajı sayısı gazetenin satış
adedinden fazla ise ne yapacağız. Yani sizi önemseyip kutlama mesajı gönderen zevat eline bir tane yerel gazete
dahi almıyorsa bunu neye yormak lazım.
Basının bayramını kutlayın kutlamasına da Allah rızası için elinize alın bir tane yerel gazete okuyun. Vallahi ona
vereceğiniz 25 kuruşta değiliz. Bari eliniz bir gazete kağıdına değsin. Sonra tüm yerel gazetelerin satış rakamının
toplamı Mersin İmece kadar etmiyorsa, yerel basının gücünü hangi mertebeye yerleştirmek gerekiyor.
* * *
Ben bu mesaj gönderenlerin samimiyetine de inanamıyorum artık.
“Tüm dünyanın ilgisinin ve odağının İlimizde olmasında Kentimizin gerçekleştirdiği başarılar kadar şüphesiz
basınımızın da bir o kadar gayreti ve çabası vardır. İşte bu durum, basınımızın Akdeniz’in incisi olan İlimizin
gelişime ne kadar katkı koyduğunun en açık bir göstergesidir” şeklinde mesaj göndermiş ya bir büyüğümüz. Buna
karşılık o üst kurumda basına gösterilen muamele bunu yansıtmıyor mu? Basının haber alma ve verme hakkı var
ama çağırdığınız muhabire gösterdiğiniz tavra ne demeli.
Çalışanlardan yana bir şikayet yok, ancak kapıda sizi karşılayan özel kalem ancak Beyaz Saray’da
uygulanabilecek bir protokol uyguluyor. Bekleme salonundan sizi kaldırıyor 1,5 metrekarelik küçük bir dehlize. Eğer
gelen konuk önemliyse doğal olarak gelen muhabirde çok oluyor. Sonra asansör büyüklüğündeki bu odacıkta
metrekareye düşen insan sayısını hesaplıyorsunuz.
Dakikalar uzadıkça dar nefes alamaz hale geliyorsunuz. Sonra o ‘yüce!’ makama girmeye hazırlanan muhabir
topluluğundan ‘Kim yedi lan sabah sabah sarımsaklı yemeği’, ‘Lan kardeşim osurmayın bari’
Mersin’i yakından ilgilendiren hayati konunun açıklamasına böyle muhabbetlerle giriyoruz. Nihayet içerdesiniz. O
sıkış tıkışlıktan sonra hoş ve ferah odaya girince insanın hemen yere uzanıp toprağı öpesi geliyor ama neyse ki
her yer beton olduğu için bu isteğinizi çabuk yeniyorsunuz.
Fotoğraflar çekiliyor, açıklamalar yapılıyor. Siz gelen konukları bulmuş olmanın verdiği heyecanla gündemle ilgili
soru sormaya çalışıyorsunuz ki haberiniz de renklensin halkın haber alma hakkı da genişlesin.
Ama ne mümkün sevgili özel kalemin size kapıyı gösteren teşekkür nidası ile karşılaşıyorsunuz.
‘Bir sorum olacaktı’
‘Teşekkür ederim’
‘Ama soru…’
‘Arkadaşım teşekkür ederim’
Doğal olarak sizde ‘mesleğini en iyi şekilde yapmaya çalışırken terörist muamelesi’ görmemek için teşekkür edilen
kapıya doğru gidiyorsunuz.
* * *
Bu yaklaşım artık alışkanlık haline gelince bende bu yüce makama gitmemeye başladım. Aylardır da ya hiç davete
icabet etmiyoruz ya da bir stajyer muhabir gönderip geçiştiriyoruz. Ama muhabirlik dürtüsü ile Organize Sanayi
Bölgesi’nde toplantı yapılacağı haberine icabet ettim. Gördüm ki muhabir olarak tek başınayım arabada. Birde
köşe yazarı var ama o onur konuğu muamelesi görüyor.
‘Arkadaşlar bu neyin işbirliği’
‘Bende bilmiyorum gidice öğreniriz’
Yani gidenlerin tamamı ne olduğundan bihaber. Sabah 9:00’da başlayan haber maceramız 11:00’a doğru en üst
makamın gelmesiyle bir aşama kaydetti. Üst makam konuştu. ‘Oh ne güzel işbirliği’
Taraflar konuştu: ‘evet çok güzel’
İyice kıllandınız ve meraklandınız! ‘iyide kardeşim nedir bu işbirliği’ konuşmalar bitsin sorar öğrenirsiniz. En
azından böyle umut ediyorsunuz. 40 kilometre gelip de bu işbirliğinin evlilik mi olacağı yoksa flörtte mi kalacağı,
yada dost hayatı ile devam edeceğini elbette öğrenmeden gitmek olmaz.
Aaa! yine o bildik ses burada da var.
‘Arkadaşlar teşekkür ederiz’
İyide kardeşim sen bana niye teşekkür ediyorsun ki.
Sorumu sorayım cevabını alayım gerekirse teşekkürü ben ederim.
Aaa! Olur mu ben teşekkür edeyim sen münasip bir yerde kullan. Ama dışarıda kullan.
40 kilometre gidiş, 40’ta dönüş 80 kilometre. Sen devletin imkanları ile sadece 1 tane muhabire koskoca arabayı
tahsis et. Sonra toplantının neye işbirliği sağladığını bilmeden teşekkür et dışarı çıkar. Çıktık ama o köşe yazarı
arkadaş içerde kaldı. Özel kalemimiz nedense ona teşekkür etmedi. Oda yediremedi teşekkür edilmemeyi
çıkmayarak tavır koydu. Yada Üst büyüğümüzün yerel basından gizlediği ama yazarımızdan gizlemediği şeyler
konuşuldu içerde.
* * *
Yok sandığınız gibi değil dayılanmadım. Çıktım arabaya oturdum bekliyorum.
‘Neyi bekliyoruz’
‘Efendim üstümüz Cuma namazını OSB’de kılacakmış. Onu bekleyeceğiz’
‘İyide namazı kılıp sevabını alan o ben niye bekliyorum’
‘Emir öyle arabayı kaldıramayız’
‘Kimin emri’
‘Özel kalemin emri’
Alın size bir kriz daha. Üstelik karşınızda teşekkür edecek bir muhatap bile yok. 80 kilometre gidip de haberden
bihaber dönüyor olmanız bir yana ‘üst’ümüzün sevabına 2 saat daha bekleyeceksiniz.
Neyse ki özel kriz çözüldü de erkenden ve tek başıma devletin bütçesinden işyerime dönebildim.
* * *
Şimdi böyle bir zihniyet benim bayramımı kutlasa ne olur kutlamasa ne olur. Aynen bayiye gidip de 25 kuruş ödeyip
gazete almayan zevatınki gibi.