ULUSAL EGEMENLİK VE DİL
Ulusal egemenlik bir evrensel kavramdır. Bu evrensel kavramın içini dolduran argümanlar tarihsel süreç içerisinde binlerce yıl bir toplumsal uzlaşmanın sonucunda oluşmaktadır. Bunların başında dil birliği gelmektedir. Daha önceki makalelerimde de yazdığım gibi dil adı millet adıdır. İngilizce bir dil adı aynı zamanda bu dilin adı İngiliz milletinin de adıdır. Almanca, Almanya gibi, Fransızca, Fransa gibi Türkçede Türkiye adıyla yüce Türk milletiyle bütünleşmiş ve egemenliğimizin temelini oluşturmuştur.
Bir millet kendi kültürünü, dilini, tarihini ve töresini unuttuğu zaman egemenliğini kaybetmiş demektir. Onun için emperyalizm ulus devletlere saldırmaktadır. Onun için emperyalizm ulus devletleri etnik köken ve inanç temelinde ayrıştırarak zayıflatıp kendisine bağlı bir eyalet konumuna getirmeye çalışmaktadır. Eyaletle yönetilen devletlerde ulusal birlik yoktur. Amerika henüz uluslaşamamış bir devlettir. Eyaletler arası çıkar ilişkilerinin olduğu bir birleşik devlettir. Ancak Avrupa ülkelerinde etnik yapı onların toplumsal kurallarını, yasalarını, kültürünü etkilemez. Avrupa’da etnik kimlikler kendi içinde özgür davranıyor mu acaba. Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de ve diğer Avrupa ülkelerinde egemenlik çok katı bir şekilde uygulanmaktadır. Herkesin bildiği gibi bir Avrupa ülkesine gidecek orada yaşamını devam ettirecek insanlar gideceği ülkenin dilini öğrenmek zorunda. Bunun için sınav yapılmakta ve sınavı geçenler ancak o ülkelere gidebilmektedir.
Dil ulusal bütünlüğü sağlayan tek araçtır. Etnik kimlik ve inanç ülke bütünlüğünü sağlayamaz. Zira emperyalist ülkeler bir ülkeye müdahale etmek için önce o ülkede etnik ve inanç yapısını indükleyerek yurttaşlar arasında ayrımcılığı körüklemektedir. Eğitim ve kültür düzeyi düşük toplumlar bu oyuna çok çabuk gelmektedir. İşte bu yüzden Mustafa Kemal Atatürk Osmanlı dönemindeki toplumsal yapıyı, kurduğu Cumhuriyet yönetimine yakışır şekilde yaptığı devrimlerle pekiştirmeye çalışmıştır. Onun için Türk Dil Kurumunu, Türk Tarih Kurumunu kurmuştur. Ulusal sınırlar içerisinde yaşayan insanların yurttaşlık bilinciyle ülke bütünlüğünü bu şekilde sağlamıştır. Ancak cumhuriyet döneminde kimi iktidarlar emperyalizmin güdümünde toplumsal yapımızı bozmak için yurttaşlarımız arasında etnik ve inanç üzerinden ayrımcılık yapmışlardır.
Yurdumuzun içinde bulunduğu şu günlerde çoğu komşu ülkelerden savaş nedeniyle gelen sığınmacılar artık yurdumuzda sessiz sedasız kendi egemenliklerini ve kültürlerini dayatmaya başlamıştır. Bu en çok okullarda ve iş yerlerindeki tabelalarla da kanıtlanmaktadır. Bu ülkelerden gelen sığınmacılar sığındığı ülkede kalıcı olarak vatandaşlık verilmektedir. Bu durum demografik yapımızı bozmaktadır. Ancak sığındığı ülkenin dili ile eğitim görmesi gereken bu sığınmacılar okullarda ya da başka yerlerde Türkçe öğrenmek yerine kendi dillerini konuşmaktadır. Tarihte Sümerler Arap yarımadasından gelen yoksul insanların sığındığı ve hayat aradığı bir ülkeyken geçen zaman içerisinde artan nüfusları sonucunda Akadların saldırısıyla ortadan kaldırılmıştır. Bu tür sessiz istilalar sonucunda tarihte birçok devlet yıkılmıştır. Sorumluluk sahibi devlet yöneticilerinin, siyasi partilerin ve demokratik sivil toplum kuruluşlarının bu konu üzerine gitmesi ve egemenliğimizi tehdit eden bu tür emperyalist oyunlara karşı tavır alması gerekmektedir. Zira dilini kaybeden milletler egemenliğini de kaybeder.