Aramızda pek yaş farkı olmasa da hep küçüğüm derdi bana. Desin varsın.
Onu ilk kez bir meyhanede görmüştüm. Yalnızdı; içiyordu. Hayatından memnun gibiydi; ya da bana öyle gelmişti.
Göz göze geldik birkaç kez. Gözleri su yeşiliydi; Gülümsedi bir ara. Ne güzel gülüyordu!
Ertesi akşam biraz daha erken gittim aynı mekana.
Oradaydı. Aynı masada, yalnızdı yine; içiyordu.
Sonraki akşam yine oradaydı. Ben de?
İki yalnızı oynuyorduk. Oyunu o bozdu. Yine yalnızız galiba, dedi. Sonraki akşam da ben takıldım ona: Yine yalnızız galiba!
Sonra takılır olduk kendiliğinden.
Aynı masayı paylaştığımız ilk akşam, masanın bir köşesine özenle yerleştirdiğim fotoğraf makinesini göstererek, gazeteciyiz galiba, dedi. Evet dedim. Siz, dedim; gülümsedi. Hiç, dedi; basbayağı bir hiç işte. Gülümsedim.
Birbirimizi arar olmuştuk diğer geceler.
Bir gece, evde içecek olarak neyim olduğunu sordu. Bira, dedim. O zaman bize gidiyoruz, dedi. Onda şarap varmış. Gittik.
Küçücük ; ama özenle döşenmiş bir evi vardı.
Rahatına bak , dedi. Kaşla göz arasında eşofmanlarını çekmiş, geldi.
Şarap da geldi hemen ardından, kadehler doldu. Karşımda sarışın, beyaz tenli bir peri kızı oturuyordu adeta.
Ordan buradan konuştuk saatlerce.Ona şiirler okudum duygusal; sonra o yazılarımı okudu.
O sordu, ben anlattım. Çocukluğumun çocuk yuvalarında geçişinden, sokaklarda aç açık kalışlarımdan falan... Seni orada çok dövdüler mi, çok aç kaldın mı gibi garip sorular soruyordu. Anlatıyordum ben de. Üzülüyordu...
Bir eyvallah deyişi vardı ki göreceksiniz. Şöyle elini göğsünün altına getirerek. O kadar tatlıydı ki!
Onda kaldım o akşam.
Kapım her zaman açık, dedi ayrılırken. Ne zaman kendini yalnız hissedersen gel.
Gitmediğim zamanlar arar bulurdu beni.
Hadi bana bir masal anlat, demişti bir seferinde. Ben masal bilmem ki. Bana hiçbir zaman, hiçbir kimse masal anlatmadı ki?Çocukluğunu anlat o zaman, derdi hiç bozuntuya vermeden.Kim bilir kaçıncı kez bir daha anlatırdım. Gözleri dudaklarımda ilk kez dinliyormuş gibi dinlerdi bir daha.
Hadi sıra sende, derdim. Sırası var, derdi, geçiştirirdi hep.
Ama bir gece, kendisinin de anlatacak bir hikayesinin olduğunu söyledi bana. Hiç içmeden ona gidersem anlatacaktı. Tek şartı buydu. Belki yazarsın bir gün, diyordu.
İş güç derken birkaç gün görüşemedik bir ara. Özledim. İçmeden gittim evine. Hikayesi neydi, hangi rüzgar atmıştı onu buralara...
Zile bastım. Açılmadı kapı. Bekledim; tekrar denedim; yoktu.
Vedaları sevmem, derdi sık sık. Gitmiş olmasın sakın!
Anahtarı paspasın altına koyduğunu biliyordum. Eğilip baktım. Bir zarf. Üzerinde adım yazıyordu. Demek ki gitti...
Açtım, okudum oracıkta.Gitmesi gerekiyormuş, gitmiş.Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Öylece kakalakaldım. Sakın bu gece fazla içme küçüğüm diye bitirmişti mektubu.
Aynı meyhaneye gittim o akşam. İlk oturduğumuz masaya oturdum. Bana anlatamadığı hikayeyi kurguladım kafamda. Çok içtim...