CHP PM üyesi İzmir milletvekili Doç Dr. Selin Sayek Böke ile “Adalet Yürüyüşü’nden Adalet Kurultayı’na: Türkiye’nin adalet arayışı” dosyası kapsamında PolitikYol haber sitesinde yayımlanan röportaj şöyle:
Böke, Adalet Yürüyüşü’nün, toplumsal muhalefetin siyasete etkin bir güç olarak taşınabilmesi yönünde bir fırsat daha sunduğu ölçüde başarılı olduğunu söylüyor.
Adalet Kurultayı’nın adaletsizliklerin dile getirileceği ve bizzat toplumun paydaşlarının adalet üzerinden yeni bir ‘kurucu siyaset’ zeminini tanımlayacağı bir adım olması gerektiğine dikkat çeken Böke, “Bu nedenle, Adalet Kurultayı’nı yalnızca içerik, yani ortaya konacak sorun ve öneriler bakımından değil, yeni bir siyaset mekanizmasının ilk örneği olarak da önemsiyorum” diyor.
Adalet Yürüyüşü’nün Türkiye’deki “hak, hukuk ve adalet” mücadelesine katkı sunduğunu düşünüyor musunuz? Yürüyüş hakkındaki genel değerlendirmeleriniz nelerdir?
Adalet Yürüyüşü, gerek demokratik siyaset alanını yeniden tanımlamasıyla, gerekse muhalefet yapma biçiminin ne yönde değiştirmesi gerektiğine dair somut bir örnek oluşturması itibariyle siyaseti değiştiren bir adım oldu. Gezi’den beri yükselen toplumsal muhalefetin, siyaseti dört duvarın dışına taşıma talebine dair bir adım atılmış oldu. AKP faşizmi karşısında kitlesel tepkisini Gezi, Yırca, Adalet Yürüyüşü gibi tekil toplumsal hareketlerle gösterebilen kitleler yeniden CHP’ye kulak kesildi. Bunun ötesinde, CHP’nin doğal tabanı ve/veya geniş tabanı içinde yer almayan demokrat, ilerici, sol, sosyalist, eski merkez sağ kesimler de adalet yürüyüşümüz ile AKP karşısında, CHP öncülüğünde bir toplumsal hareketin parçası olabilecekleri fikri ve pratiğiyle barıştılar. Yani AKP iktidarının giderek içe kapanan, daha fazla otoriterleşen, kapsayıcı demokratik araçlar yerine kaba güç ve baskıya dayanan iktidarından bunalan milyonlar yeniden CHP’den umutlu hale geldi.
Bunun sonucu olarak da AKP’nin ezberi bozuldu. Bu noktada bir önemli hususun altını çizmek gerek: Saray rejiminin; kalkınmadan demokrasiye, dış politikaya kadar ortaya koyduğu model tıkanmış durumda. AKP toplumsal ittifaklarını kaybetti ve ideolojik kutuplaşma ve ‘ranttan’ beslenen iktidarını yeniden üretmek için daha içe kapalı, daha dar çerçeveli, daha otoriter bir rejim inşasına mahkum. Bunun doğal sonucu olarak, AKP iktidarının yükselen toplumsal muhalefet karşısında gösterebildiği tek refleks, ‘normal’ zamanların siyaset alanlarını baskıyla tıkamak. Milletvekillerinin tutuklanmasından, iç tüzükte yapılanlara, hatta bizzat gayrimeşru referandumla ortaya konmak istenen rejim değişikliğine kadar yaşadığımız gelişmeler aslında bu sıkışmışlığın tezahürü.
İşte Adalet Yürüyüşü’yle, Türkiye’de Saray rejiminin parçası hissetmeyen ve demokrasiden yana olan milyonlar büyük bir refleks gösterdi ve Saray hegemonyasının işine geldiği biçimde tarif ettiği, kısıtladığı çerçevenin dışına çıkıldı. CHP gerektiğinde, demokratik siyaset alanını genişletmek üzere yeni yollar bulmaktan çekinmeyeceği, normal siyaset alanları bir bir kapatılırken ‘normal-miş’ gibi yapmayacağı yönünde topluma ve rejime bir işaret verdi. Artık CHP’nin verdiği bu işaretin devamını getirme yükümlüğü de yarına dair sorumluluğu da daha fazla. Adalet yürüyüşü demokrasiye, adalete, kalkınmaya ihtiyaç duyan ve bu ihtiyacı karşılayacak siyasete ortak olmaya hazır milyonlar olduğumuzu görmek, yoldaşlık yapmak açısından çok değerliydi ve başarısı da bu yönde atılması gereken adımlara bir temel oluşturması oldu. Son olarak, Adalet Yürüyüşü, toplumsal muhalefetin siyasete etkin bir güç olarak taşınabilmesi yönünde bir fırsat daha sunduğu ölçüde de başarılı oldu.
CHP’nin 26-29 Ağustos tarihlerinde düzenleyeceğini açıkladığı “Adalet Kurultayı”nın çerçevesi hangi talepler ve beklentiler ekseninde oluşturulmalıdır?
Saray rejimi, ülkenin sahiplerini, paydaşlarını son derece dar biçimde tanımlayan bir ‘biz’ tanımı yapıyor. Bu biz tanımının temel kriteri, Saray rejiminin parçası ya da destekçisi olmak. Bu ‘biz’ tanımının dışında kalan milyonlarca insan da siyasetten, demokratik mekanizmalardan, bürokrasiden, ekonomiden tamamen dışlanıyor. Eğer Saray rejiminin destekçisi değilseniz; ister işçi olun ister iş adamı, ister sivil toplum örgütü ister sendika, rejim size yaşam hakkı, demokratik ve ekonomik mekanizmalara katılma hakkı tanımıyor. İşte bu dışlamanın, ötekileştirmenin temel tezahürü her alanda artık yaygın norm haline gelen adaletsizlik.
Milyonlarca insan günlük olarak ekonomide, eğitimde, bürokraside, yaşamın her alanında bu adaletsizlikle yüzleşiyor. Sorgusuz sualsiz bir gece yarısı KHK’sıyla işinden olan memur, akademisyen, hükümet yanlısı olmayan sendikada hak aradığı için her türlü baskıyı gören işçi, öğretmen, yandaş olmadığı için kendisine ya işsizlik, ya hapis reva görülen gazeteci, Sarayın rant çarkının parçası olmadığı için ihale alamayan, Maliyeden baskı gören iş adamı. Hepimiz benzer bir adaletsizliği deneyimliyoruz.
Dolayısıyla Türkiye’de bugün adaletsizlik yalnız hukuk sistemi aracılığıyla yaşatılan büyük hukuk katliamlarından, mahkemelerin iktidar tarafından araçsallaştırılmasından ibaret değil. Hepimizin yaşadığı, yaygın bir adaletsizlikle karşı karşıyayız. Bu nedenle, bugün adalet talebi son derece siyasi bir talep.
Adalet Kurultayı işte bütün bu adaletsizliklerin dile getirileceği ve bizzat toplumun paydaşlarının adalet üzerinden yeni bir ‘kurucu siyaset’ zeminini tanımlayacağı bir adım olmalı. Bu nedenle, Adalet Kurultayı’nı yalnızca içerik, yani ortaya konacak sorun ve öneriler bakımından değil, yeni bir siyaset mekanizmasının ilk örneği olarak da önemsiyorum. Adalet Yürüyüşü’nü kalıcı bir başarıya çevirmek için, toplumsal muhalefeti siyasete taşıyacak dönüşümü bütünüyle gerçekleştirmeliyiz. Bu, siyaset yapma biçiminden, toplumsal tabanının siyasete dahil edilme mekanizmalarına, örgütlenme pratiklerinden siyasi ideoloji, kadro ve programa kadar bir dönüşümü gerektiriyor. Toplumun doğrudan siyasi taleplerini ortaya koyması ve bu taleplerin aşağıdan-yukarıya, tabandan başlayarak siyasetleştirilmesi siyasi yöntem ve pratik anlamında tam da ihtiyaç duyulan bir değişime işaret ediyor. Adalet Kurultayı bu anlamda bir ilk olması bakımından da önemli olacak.
Adalet ekseninde ülkenin yeniden inşası için hangi adımlar atılmalı nasıl bir siyaset izlenmelidir?
Adalet Yürüyüşü ve kurultayıyla bir dönemin kapanıp, bir dönemin açılıp açılmayacağını belirleyecek olan bundan sonra kendini Adalet Yürüşü’nün bir parçası gören her bir bileşenin alacağı tutum olacak. Gezi’de ve 16 Nisan sonrasında kaçırdığımız fırsatı bu kez kaçırmamalı, bu yakalanan büyük imkanı ve umudu kurucu bir siyasete dönüştürerek, sürekli eylemselliğin yanı sıra toplumsal muhalefeti içerecek, yeni dönemin koşullarını anlayan ve ona uygun bir siyaseti ortaya koymalıyız. Örgütlenme yapısıyla, kadrosuyla, siyasi programıyla…
Bunun da öncelikli gereği; ideolojik olarak net, kendinden emin, kendi dilini konuşmaktan çekinmeyen, AKP ne der, havuz ne yazar diye düşünmeden kapsayıcı ve özgürlükçü bir sosyal demokrat siyaseti tanımlamak. Bunun ötesinde, örgütlenme biçimimizi ve kadrolarımızı çağın gereklerine göre, toplumsal muhalefetin bileşenlerinin CHP içinde temsiliyetini ve siyaset yapmasını mümkün kılacak şekilde dönüştürmeliyiz. Bir başka temel gereklilik de, Saray rejiminin ‘normal’ siyaset alanını giderek daha yok eden, otoriter bir rejim olduğunu farkında olmak ve bu şartlara göre bir muhalefet geliştirmek. Dört duvar arasına, bir başka deyişle AKP’nin tanımladığı ‘dar’ siyaset alanına sıkışmayan, meclisteki mücadeleyi, meclis dışı bir toplumsal mücadeleyle etkin biçimde buluşturan bir muhalefet yapma biçimini kalıcı ve sürekli kılmalıyız.