Haber: ÇAĞATAN AKYOL - Kamera: ADEM KARABAYIR
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı, Türk Demokrasi Vakfı`nın düzenlediği Demokrasi Şurası`nda; “Anayasamız 2000`lerin başına kadar pek çok değişiklik geçirmiş, bu sayede hukuk devleti ilkesi, Avrupa standartlarında olmasa da çok büyük ölçüde güvence altına alınmıştır. Ne var ki bu umutlu yürüyüş, çok sürmemiştir ve aşağı yukarı 2013 yılında Gezi Parkı protestolarından itibaren Türkiye, hukuk devletinden hızla uzaklaşmaya başlamıştır” dedi.
Türk Demokrasi Vakfı, İstanbul`da “Demokrasi Şurası” düzenledi. Programa CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal, İYİ Parti Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu, Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kaya ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu da katıldı.
Programın birinci oturumu, “Hukuk Devletini Yeniden Düşünme: Kuvvetler Ayrılığı ve Denge Denetim Mekanizmaları” başlığıyla yapıldı. Oturumda konuşan Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Serap Yazıcı, demokrasinin ne olup ne olmadığına ilişkin dünyada birçok tartışma olduğunu söyledi. “Hukuk devleti” ilkesine de vurgu yapan Yazıcı, şöyle konuştu:
“DEVLET OTORİTESİ HUKUK ALANINA HAPSEDİLMEZSE, BİREY HAYATI ÇOK BÜYÜK BİR EZİYETE DÖNÜŞEBİLİR: Hukuk devleti ilkesi, devlet iktidarını, hukukun üstünlüğü ile sınırlayan çok temel bir Anayasal kavram. Bu ilke sayesinde, devlet otoritesiyle bireyler arasında esas itibarıyla çok eşitsiz olan ilişki, bireyler lehine yeniden dengelenmeye çalışmaktadır. Neden, çünkü bu sayede devlet otoritesinin keyfi tezahürü önlenmekte, bu otorite hukuk alanına hapsedilmektedir. Eğer devlet otoritesi hukuk alanına hapsedilmeyecek olsa, birey hayatı gerçekten çok büyük bir çileye ve eziyete dönüşebilir. Niçin, çünkü devletin elinde kanun yapma, kanunları uygulama ve uyuşmazlıkları çözme, yani yasama, yürütme ve yargı iktidarının tamamı bulunmaktadır. Dolayısıyla bu büyük iktidar, hukukla sınırlanmadığı takdirde birey için geleceğe güvenle bakma imkânı olmayacaktır. İşte bu yüzden Anayasalcılık mücadelesi, demokratikleşme mücadelesi hukuk devleti ilkesiyle ve onunla iç içe geçmiş olan kuvvetler ayrılığı ilkesiyle eş zamanlı olarak ilerlemiştir.
HUKUK DEVLETİ İLKESİ, GERÇEK ANLAMDA 1961 ANAYASASI İLE HÜKME BAĞLANMIŞTIR: Bizim ülkemizin de Anayasal tarihi dikkatle incelendiğinde aslında hukuk devleti mücadelesinin köklerinin Tanzimat`a kadar uzandığı söylenebilir ama tabii Türkiye, hukuk devleti ilkesini en çağdaş ve olması gerektiği anlamda 1961 Anayasası ile hükme bağlamıştır. 1982 Anayasası ise hukuk devletinin bazı unsurlarını aşındırmış olmakla birlikte bu ilkeyi muhafaza etmiştir. 1982 Anayasası`nın yürürlüğe girmesinden itibaren Türkiye`de demokrasi ve hukuk devleti mücadelesi, gene aynı yoğunlukla devam etmiştir. Anayasa, pek çok değişiklik geçirmiştir. Bu vesileyle 1995 Anayasa değişikliğine öncülük yapmış olan Sayın Hüsamettin Cindoruk`u da bir Anayasa hukukçusu olarak saygıyla anmak isterim ve kendisine geçmiş olsun dileklerimi buradan sunmak isterim.
GEZİ PARKI`NDA EMNİYET GÜÇLERİ, ÖLÇÜSÜZ KUVVET KULLANDI: Anayasa`mız 2000`lerin başına kadar pek çok değişiklik geçirmiş, bu sayede hukuk devleti ilkesi, Avrupa standartlarında olmasa da çok büyük ölçüde güvence altına alınmıştır. Ne var ki bu umutlu yürüyüş, çok sürmemiştir ve aşağı yukarı 2013 yılında Gezi Parkı protestolarından itibaren Türkiye, hukuk devletinden hızla uzaklaşmaya başlamıştır. Aslında Anayasa`ya uygun olan bu protesto eylemleri sırasında, Emniyet güçleri öylesine ölçüsüz güç kullanmışlardır ki, bu sebeple 11 kişi hayatını kaybetmiş, 11 kişi görme yeteneğini kaybetmiş, çok sayıda vatandaşımız çeşitli derecelerde yaralanmışlardır. Maalesef 15 Temmuz darbe teşebbüsünün bastırılması amacıyla ilan edilen olağanüstü hâl yönetimi sürecinde Türkiye, hukuk devletinden daha da büyük bir süratle uzaklaşmış, kanun devleti olarak dahi tanımlanamayacak ölçüde keyfi bir yönetim modeliyle bir araya gelmiştir.
CUMHURBAŞKANLIĞI HÜKÜMET SİSTEMİ, YARGIYI CUMHURBAŞKANLIĞI`NA BAĞLI HÂLE GETİRMEKTE: Olağanüstü hâl rejiminin baskı ortamında, herkesin ifade hürriyetinin sınırlandığı bir atmosferde, 21 Ocak 2017`de önce Türkiye Büyük Millet Meclisi`nde, daha sonra 16 Nisan 2017`de halk oylamasında kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ise aslında, ülkemizi yönetenlerin olağanüstü hâl yönetiminde müptelası oldukları keyfilik yönetimini kurumsallaştırmak üzere icat edilmiş benzersiz bir yönetim modelidir. Bu hükümet sistemi, aslında ilk bakışta sözüm ona başkanlık sistemine benzediği izlenimini verse de ondan tamamen farklıdır. Çünkü Amerikan modeli başkanlık sistemi, gerçek anlamda kuvvetler ayrılığı sistemine dayanmaktadır. Oysa Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, yürütme gücünün tamamının Cumhurbaşkanına sunmakta, yasama alanında Cumhurbaşkanına çeşitli kontrol yetkileri vermekte, yasamanın pek çok etkisini ortadan kaldırmakta veya zayıflatmakta, yargıyı ise tamamıyla Cumhurbaşkanlığına bağlı hâle getirmektedir.
TBMM, SİYASİ TARİHİNDE HİÇ OLMADIĞI KADAR YETKİSİZLEŞTİRİLDİ: Böylece Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi`nin yürürlüğe girmesiyle birlikte Türkiye, 150 yılı aşan parlamenterizm geleneğinden ve 60- 70 yılı aşan hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığı ilkesinden tamamen uzaklaşmıştır. Bugün artık Türkiye`nin hiçbir uluslararası endekse göre demokrasi veya hukuk devleti olarak tanımlanması mümkün değildir. Sabahki buluşmamızda, aramızda Türkiye`nin hukuk devleti olmamasının pek çok mağduru vardı. Bunların isimlerini hepiniz biliyorsunuz. Bugün Türkiye`nin geleceğe güvenle bakabilme ihtimali yoktur. Neden yoktur? Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi, siyasi tarihinde hiç olmadığı kadar yetkisizleşmiştir. Onun elindeki kanun yapma yetkisi, Cumhurbaşkanının veto yapma etkisiyle sınırlanmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi`nin elindeki sözlü soru yetkisi, gen soru yetkisi ilga edilmiş, yazılı soru yetkisi etkisiz hâle getirilmiş, Meclis soruşturması yetkisi tamamen etkisiz, teorik bir mekanizmaya dönüştürülmüş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi`nin elindeki Bütçe Kanunu kabul yetkisi, elinden alınmıştır.
6 PARTİNİN GAYESİ, GÜÇLENDİRİLMİŞ PARLAMENTER SİSTEMİ KABUL ETMEK: Böylece Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, tamamen frensiz ve dengesiz bir sistem yaratmıştır. Çözüm gayet basittir. Çözüm hükümet sistemini terk etmek, yeniden parlamenter hükümet sistemini, onun rasyonelleştirilmiş formülüyle bugünlerdeki güncel ifadesiyle, güçlendirilmiş modeliyle kabul etmek ama parlamenter hükümet sistemini, mutlaka kuvvetler ayrılığının ve hukuk devleti ilkesinin tüm mekanizmalarının korunduğu bir biçimde yürürlüğe koyabilmektir. İşte bugün muhalefet partilerini, biz 6 siyasi partiyi bir araya getiren en önemli motivasyon budur. Hepimizin bir araya gelmekteki temel gayesi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi`ni ilga etmek, güçlendirilmiş parlamenter sistemini kabul etmek. Böylece Türkiye`ye hukuk devleti ilkesiyle güvence altına alınmış, demokratik bir iklimi sunabilmektir. Bu amacımıza ulaşabildiğimiz takdirde Anayasa`mızın ikinci maddesinde yer alan, insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti kavramı çerçevesinde Türkiye`nin yeni bir Anayasa`yı yapabilmenin koşullarına kavuşacağından söz edebiliriz.
HERKES FİKRİNİ SERBESTÇE ORTAYA KOYABİLECEK: Bu sayede Türkiye, yeniden ifade hürriyetine kavuşabilecek, bütün vatandaşlar, bütün örgütsel yapılar, siyasi partiler, dernekler, vakıflar, sendikalar, katılımcı demokrasinin koşulları içinde fikirlerini serbestçe ortaya koyabilecekler ve Türkiye, belki bu oturumun başlığı olan restorasyon sürecinden geçmiş olarak bir devrim sürecini yaşayabilecektir. Yani Cumhuriyetimizin 100. yılında belki de Türkiye, bu sayede sivil ve demokratik bir Anayasa yapmanın koşullarına kavuşacaktır. İşte bizler hem siyasi partiler olarak hem de Türk Demokrasi Vakfı`nın çatısı altında bu büyük ideale doğru yürüyoruz. İnşallah 2023 seçimlerinde bu idealimize yaklaşmış olacağız ve Cumhuriyetin 100. yılında bu idealimizi hep birlikte kucaklayacağız.”