Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, TBMM`de, “Meclis bugün Akbelen için olağanüstü toplandı. Bu toplantının bir sonuca ulaşması gerekir. Gerekirse Meclis bir bütün Akbelen`de de Cudi`de de toplanmayı göze alabilmeli. Eğer bugün Akbelen`le ilgili, Cudi`yle ilgili, Dikmece`yle ilgili bir sonuç çıkmayacaksa bu Meclis toplanmasın. Kazdağları`nda Cengiz Holding`in kendisi, Cudi`de devlet bizzat kendisi, Akbelen`de ise yandaş şirketler eliyle bir kıyım yapılıyor” dedi.
Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, bugün TBMM grup toplantısında konuştu. Uçar, şunları söyledi:
“BU OLAĞANÜSTÜ GÜNDEMİ BELİRLEYEN ARTIK HALKLAR, ARTIK HALKLARIN YAŞAMIŞ OLDUĞU ZULMÜN KENDİSİ”
“Bugün Meclis olağanüstü bir gündemle toplanıyor. Türkiye`de olağanüstü gündemi belirleyen genelde devlet ve iktidarlar oluyordu. Ama bugün, bu olağanüstü gündemi belirleyen artık halklar, artık halkların yaşamış olduğu zulmün kendisi. Hem Dikmece`de hem Akbelen`de hem Cudi`de hem de ismini sayamayacağımız yaşam alanlarımızın birçoğunda yaşanan doğa katliamlarına karşı çok ciddi bir direniş var. Bu doğa katliamları kapsamında Meclis bugün olağanüstü toplanmış oldu. Acil kamulaştırma kapsamında Dikmece, Gülderen, Karaali başta olmak üzere birçok yer kamulaştırılıyor ve orada yaşayan halklar uzun süredir de direniyorlar.
Zeytinlikleri koruma yasasının çiğnendiği bir durumla karşı karşıyayız. Deprem konutları yani TOKİ konutları gerekçe gösterilerek torba kanuna adrese teslim bir kanun çıkardılar. Deprem konutları çok acil yapılmalı bunda hiçbir sıkıntı yok, ücretsiz bir şekilde depremzedelere verilmeli. Ancak bu yapılırken halkla da iletişimde olunmalıdır. Yandaş şirketlere tekrar peşkeş çekilen bir durumla karşı karşıyayız. Depremde her şeyini kaybetmiş olan insanların geçim kaynağı olan zeytin ağaçlarının kesilmesine izin vermedik, vermeyeceğiz, vermemeliyiz. Şu an halk mağdur. Zeytinlere sadece ekonomik nedenlerle de bakmıyoruz. Zeytin Antakya için çok önemli bir kültürel değer. Demografik yapısına dönükte yapılan bu müdahale karşısında sadece Dikmece halkı değil hep birlikte direnmeye devam edeceğimizin sözünü yinelemiş olalım.
“MECLİS BUGÜN AKBELEN İÇİN OLAĞANÜSTÜ TOPLANDI. BU TOPLANTININ BİR SONUCA ULAŞMASI GEREKİR”
Akbelen`deki doğa tahribatı ne kadar uzun vadeliyse Akbelen`de yaşayanların ve Akbelen mücadelesini haklı bulup oraya dayanışmaya giden birçok ekoloji mücadelesi yürütenin, halklarımızın çok önemli bir mücadelesi var. İsmini çok duyduğumuz Limak şirketine bağlı Yeniköy-Kemerköy Elektrik Üretimi Anonim Şirketi aracılığıyla bir kömür ocağı açılmaya çalışılıyor. Bu süreçte 2019 yılından beri direnen köylülere, dayanışmaya halklara hakaret edildi, cezalar verildi, direnişleri engellenmeye çalışıldı. 2019 yılında burada mücadele yürütenler bu projenin durdurulması için yargıya başvurmuştu. Akbelen Ormanı`ndaki ağaç kesim girişimi aslında ilk 2021 Nisan ayında başlıyor. 2021 yılı kesimin bitim süresi olmasına rağmen orada bu yandaş şirketler budama adı altında orman katliamını yaptırmaya devam ediyor.
24 Temmuz 2023 yılında ise devlet bir bütün olarak girdi. Güvenlik güçleriyle, askeriyle, tomasıyla, jandarmasıyla alana girerek hem ocağının açılışını hızlandırmak hem de ormanı talan etmek için elinden geleni ardına koymadı. Ormanın 4`te 1`lik kesimi, kesilmiş durumda. Oradaki kolluk güçleri de halkın, mücadelecilerin, direnişçilerin alana girmesini ve savunmasını engellemeye devam ediyor. Meclis bugün Akbelen için olağanüstü toplandı. Bu toplantının bir sonuca ulaşması gerekir. Gerekirse Meclis bir bütün Akbelen`de de Cudi`de de toplanmayı göze alabilmeli. Eğer bugün Akbelen`le ilgili, Cudi`yle ilgili, Dikmece`yle ilgili bir sonuç çıkmayacaksa bu Meclis toplanmasın. Kazdağları`nda Cengiz Holding`in kendisi, Cudi`de devlet bizzat kendisi, Akbelen`de ise yandaş şirketler eliyle bir kıyım yapılıyor.
“DİRENENLER DEĞİL, AKP-MHP İKTİDARININ KENDİSİ MARJİNALDİR”
Ülkenin her yerine çökmüş bir talan var ve bu talanın sahibi de bugün mücadeleyi marjinal kesimlerin mücadelesi olarak tanımlayan iktidarın, mevcut cumhurbaşkanının sözüne karşı açık ifade edelim; biz hepimiz buradayız, Akbelen`de direniş belli, Dikmece`de direniş belli, Cudi`de direniş belli, Meclis olağanüstü toplanıyor bu toplumsal gerçeklikte direnenler değil, AKP-MHP iktidarının kendisi marjinaldir. Bir yandan Muğla`da yangınlar devam ederken bunu fırsat bilen mevcut devlet, iktidar ve kolluk güçleri sabahın 5.30`unda daha kuşlar uykudayken ormana girip ağaç kesimine başlamış oldu. Hiçbir felakete hiçbir yıkıma bu kadar hazırlıklı gitmeyen devlet, iktidar hem Akbelen`e, hem Dikmece`ye çok hızlı bir şekilde gitti. Sırf buradan baktığımızda bile suçlunun kim olduğu gün gibi ortada ve bütün dünya bunu da görebiliyor.
Ülkenin zararı için her şeyi yapmayı göze almış bir iktidar ve zamanın gerisinde kalmış siyasetçilerle karşı karşıyayız. Akbelen`deki direniş için şu cümleyi herkes duymuştur: ‘orada mesele ağaç değil` diye buyuruyor zamanın gerisinde kalan siyasetçiler. Orada dayan yiyen köylüden de utanmıyorlar. Ağaca sarılan 88 yaşındaki Zehra anneden de utanmıyorlar. ‘Ağaçlar kesileceğine kolum, bacağım kesilsin` diyen anneden de utanmıyorlar. Direnen köylülerden de utanmıyorlar. Bir yandan marjinallik bir yandan da ‘oradaki mesele ağaç değil` diyorlar. Tam tersine oradaki mesele ağaç, oradaki mesele ağaca sarılan insanlarımız, oradaki mesele Türkiye`nin geleceği ve geleceğimizi savunmaya direnen herkesle devam edeceğimizi ısrarla belirtelim.
“PROVOKASYONUN KENDİSİ GAZ SIKANLARDIR, AĞAÇLARI KESENLERDİR”
Devlet bütün mekanizmalarıyla özellikle Akbelen`de süreci takip ediyor. Muğla valisinin açıklamasını da duymuşsunuzdur. Güvenlik güçlerini engelliyormuş mücadele eden ve direnen arkadaşlarımız. ‘Bir provokasyon varmış` diye ifade ediyorlar. Orada bir provokasyon var doğru, bu provokasyonun kendisi gaz sıkanlardır, ağaçları kesenlerdir, ağaçlara kıymakla birlikte geleceğimizi elimizden alanlardır. Limak`a bağlı YK Enerji olmak üzere ağaç kıyımına ve doğa katliamına destek veren başta iktidar olmak üzere onun bütün yandaşları bu işte suçludur. İkizköylülerin, Akbelen Ormanı`nda devam eden ağaç kesiminin yürütmenin durdurulmasıyla ilgili yaptığı başvuruyu reddeden mahkeme suçludur. Emniyet, vali, içişleri suçludur. Bir bütün devlet mekanizmalarını yöneten bu hükümet suçludur.
Yeşil Sol Parti olarak Akbelen`de işlenen suça ortak olmayacağız. En başta Akbelen`de ve diğer alanlarda direnen kadın arkadaşlarımıza sözümüz olsun. Mücadelenin öncülüğünün kadınlarda olduğunu görüyoruz. Akbelen`deki mücadelenin ortağıyız ve oradaki talana izin vermeyeceğiz. Sadece 780 dönümlük hektardan değil; bir dönüm için bile olsa geri adım atmayacağımızı ifade edelim. ‘Burada doğduk, burada öleceğiz.` ‘Her şeyi göze alıyoruz. Gerekirse kesim yapılan alana gidip orada yatacağız` diyen Akbelenlilerin yanındayız. Cudi`de de yangınla karşı karşıya kaldık. Bu öyle aleni bir saldırı ki kolluk güçleri tarafından sosyal medyadan Cudi başta olmak üzere Kürdistan coğrafyasının nasıl yakıldığını nasılı yıkıma ve talana uğratıldığını aleni olarak sergiliyorlar.
“LİCE`Yİ MARMARİS`TEN, GABAR`I İKİZDERE`DEN, DERSİM`İ KAZ DAĞLARI`NDAN, CUDİ`Yİ AKBELEN`DEN AYIRMADAN MÜCADELE EDİYORUZ”
Yıllardır süren, 5 yıldır da özellikle Cudi`de devam eden bir yangın var. En son 26 Temmuz`da başlayıp 29 Temmuz`a kadar aralıksız devam eden ve mevcut durumda da yer yer sönüp devam eden bir yangınla karşı karşıyayız. Yangını söndürmeye giden köylüler, yangını söndürmeye giden HDP, Yeşil Sol Parti il, ilçe örgütleri, yangınla ilgili bilgi almak isteyen başta Mezopotamya Ekoloji Hareketi olmak üzere birçok örgüt güvenlik bölgesi gerekçesiyle ne yazık k alana girmeleri engellenmiş ve bir sonuç almalarının da önüne geçilmiştir. Sadece Cudi`deki yangın değil; bu ülkede 100 yıldır devam eden bir siyasi yangın var. Bu siyasi yangının müsebbipleri Cudi`deki ağaçların kıyımının ve ağaçların yakımının da müsebbibidir. Cudi`deki orman yakmaları sistematik, 100 yıllık devlet politikasından azade ele alınamaz. Dersim`de, Gabar`da, Lice`de, Andok`ta, Hizan`da ve adını sayamayacağım birçok yerde işlevsel durumda olan bir talan var. Topluma açılan, Kürtlere açılan bu savaş aynı zamanda Kürdistan coğrafyasına dönük olarak da eş güdümlü devam ettiriliyor.
Lice`yi Marmaris`ten, Gabar`ı İkizdere`den, Dersim`i Kazdağları`ndan, Cudi`yi Akbelen`den ayırmadan mücadele ediyoruz, etmeye de devam edeceğiz. Herkesin bu doğa kırımı karşısında coğrafyanın neresi olduğuna bakılmaksızın ortak mücadeleyi yapma çağrısı yapıyoruz. Akbelen`den çıkardığımız direniş ve sesin Cudi`den duyulması gerekiyor, Cudi`den çıkardığımız sesin ve direnişin de Akbelen`den duyulması gerekiyor. Bütün bu katliamlar, bütün bu doğa talanı tek bir merkezden yürütülüyor. Devletin bütün mekanizmaları ve mevcut iktidarın kendisi. Öyleyse bu yıkım ve talan karşısında da bütün mücadele alanlarının ortak ses çıkarması ve ortak mücadele etmesi kaçınılmaz olarak önümüzde bir görev duruyor. Buradan baktığımızda bunu büyük oranda başardığımızı ifade edebiliriz ama daha güçlenmesi için de elimizden geleni ardımıza koymayacağımızı da belirtmek isteriz.
“AKBELEN`DEKİ MÜCADELE KADAR GÜÇLÜ SES ÇIKARACAĞIZ VE GEÇİT VERMEYECEĞİZ”
Cudi`de devlet mekanizmaları, devlet aygıtları aslında bir toplum mühendisliği eksenin de çalışıyorlar. Yangınları bir taraftan bölgede kurulan kalekollardan bağımsız ele alamayız. Her dağa yapılan askeri tesislerden bağımsız ele alamayız. Hem kalekolların etrafı hem de askeri tesislerin etrafı güvenlik gerekçesiyle ormanlar yakılarak doğa tahrip edilerek güvenlikli bölge haline getirilmeye çalışılıyor. Eskiden Cudi`de sadece yakma vardı. Bugün baktığımızda yakmaya müteakip de bir de ağaçları kesip satma var. Orman yangınları artık muazzam bir rant alanı. Kim bundan kar ediyorsa, kim günde bin, bin 200 ton arası kesim yapıyorsa ve bundan kar ediyorsa o ağaçları yakan odur. Kim Şırnak`ta 22 bölgede madenler için ÇED gerekli değildir raporu çıkarıyorsa oradaki doğa talanını gerçekleştiren odur. Kim açılmak istenen rant alanlarının başına asker ve korucu yerleştiriyorsa bundan fayda sağlayan elbette ki onlardır. Kim ekolojik tahribat için savaşı araçsallaştırıyorsa bu ülkede yürütülen savaşında kıyılan canlarında müsebbibi de onlardır. Cudi`de ve Kürdistan coğrafyasında yangını çıkaran devletin kendisidir, yangının sönmesini engelleyen devletin kendisidir. Asıl hedef ormansızlaştırmak peşi sıra insansızlaştırmak. Buna Akbelen`deki mücadele kadar güçlü ses çıkaracağız ve geçit vermeyeceğiz.
Ezidiler tarihsel olarak dünya üzerinde en kadim inançsal anlamda, kültürel anlamda, mücadele anlamında en kadim halk olan Ezidilere reva görülen hep fermanlar oldu. Her bir Ezidi`nin ölümünün kendi yaşadığımız toplumun kültürel, inançsal değerlerinin kaybından bağımsız ele alamayız. Her bir öldürülen, köleleştirilen Ezidi`nin yaşadığı eziyet aslında bizim geleceğimizden de çalıyor. Bütün dünyada, bütün coğrafyalarda bütün kültürler, bütün inançlar birbirinin üzerine inşa edilir. Bu coğrafyada yaşadığımız esas şeylerden birisi tekleştirme politikalarıyla birlikte kendisi gibi olmayanların inkarı ve inkarın en son aşaması da ferman. Ne yazık ki 73 fermanı yaşayan Ezidiler yine dünyanın sessizliğinde 74`üncü fermanı da yaşamak zorunda kaldılar. Kadınlar ve kız çocuklar derin internet uygulamasıyla Türkiye`nin başkenti Ankara`da satıldı. Bu vahim olaydan sonra Avrupa Parlamentosu 2 yıl sonra Ezidilerin yaşamış olduğu bu katliamı soykırım olarak tanıdı. Bugün itibariyle 15 ülke 3 Ağustos 2014 yılında yaşananları soykırım olarak tanımış durumdadır.
“KAZANAN EZİDİLER, KAYBEDEN; IŞİDLİLER VE IŞİD ZİHNİYETİNİ DESTEKLEYENLER OLDU”
Bu saldırılar ve katliamlar bitmedi. IŞİD çetelerinden sonra Ezidilere ilk kurşunu sıkan ve ilk bombayı atan güç Türkiye oldu. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ilk kez Türkiye`nin Ezidilere karşı ve Şengal`e dönük hava saldırı yaptığını gündemine aldı. Türkiye`nin açıkça bir suç işlediğinin kanıtıdır bu. Türkiye uluslararası hukukun önünde ve Türkiye ile birlikte bu katliama sessiz kalan bu katliama destek veren herkes yargılanmalıdır. IŞİD`i sınırlarında tutan, şehirlerinde koruyup kollayan başta Kürtler olmak üzere devrimci ve sosyalistlere saldırtmaktan geri durmayan, çetelerinin güçleri kalmayınca da kendilerinin direk devreye girdiği bir süreci hep birlikte deneyimledik. Şengal`i statüsüz bırakmak isteyenler 74`üncü fermanı da sürdürmek istiyorlar. Dün olduğu gibi bugün de buna geçit vermeyeceğimizi ifade edelim. Ezidiler bu soykırımdan topraklarına geri dönerek, yaşam iradelerini yeniden kurarak ve aslında devletlerin masa başında kurduğu savaş politikalarına karşı gerçek bir toplumsal barışın nasıl olacağını çoktan hepimize gösterdi. Kazanan Ezidiler, kaybeden; IŞİDLİLER ve IŞİD zihniyetini destekleyenler oldu.
Kobani davası bir kumpas davası. Tam da Kobani olaylarının üzerinden geçen 6 yıl sonra açılan bir kumpas davasından bahsediyoruz. Devletin Kobani kumpas davasında tekrardan bir acizliğine tanıklık ettik. Nereye el atsa, elinde kalan bu iktidar Diyanet`e sarıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı Kobani davasında camilerin eylemlerde zarar görmesi gerekçesiyle esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarını sundu. ‘Halk nezdinde devletimizin itibarının güçlendirilmesi gerekir` diye demokratik siyasette ısrar eden ve demokratik siyasetin en yegane yürütücüsü olan arkadaşlarımızın cezalandırılmasını talep etti. Diyanet İşleri Başkanlığı vermiş olduğu dilekçede kendisine çok ulvi değerler biçiyor ve bu ulvi değerler karşısında da arkadaşlarımızın yürüttüğü mücadeleye, arkadaşlarımızın yaptığı savunmanın kendisine de iftiralarla, suçlamalarla boğmaya çalışıyor.
“DEVLETİN VE AKP`LİLEŞEN YARGININ KOBANİ KUMPAS DAVASINDA İLERLEMEK İÇİN YENİ BİR APARATA İHTİYAÇ DUYDUĞUNU ANLIYORUZ”
‘Camilerin terör eylemleri sebebiyle zarar görmesi toplum nezdinde devleti itibarsızlaştırmaya yöneliktir` diyor. Ama hangi cami, kimler tarafından zarar verilmiş tek bir kelam edemiyor çünkü böyle bir gerçeklik yok, delil yok. Devletin ve AKP`lileşen yargının Kobani kumpas davasında ilerlemek için yeni bir aparata ihtiyaç duyduğunu anlıyoruz. Bu aparatın ismi de bugün Türkiye`nin çoğulcu yapısı karşısında, çoğulcu gerçekliği karşısında toplumlar, halklar, inançlar nezdinde hiçbir gerçekliği olmayan Diyanet İşleri Başkanlığı`nı kullanıyor. Camilere bu kadar önem veren Diyanet İşleri Başkanlığı`nın bir cümlesini sizinle paylaşmak istiyorum. Akbelen`de ormanların kesilmesi için caminin yıkılmasına kanaat getiren yandaş şirketlerin camiyi yıktırınca bir fetva alıyorlar ve Diyanet İşleri Başkanlığı da diyor ki; ‘cemaati kalmayan caminin yıkılması caizdir.` Yandaş şirkete vermiş olduğu caizlik karşısında Kobani kumpas davasının aldığı konumu da uzun uzun anlatmaya gerek yok.
Kobani kumpas davasından çıkacak olan sonuç sadece yargılananları sadece Kürt halkını sadece demokratik siyasete inanları ilgilendirecek bir sonuç olmayacak; ya AKP-MHP iktidarının inşa etmek istediği karanlık bir 100 yıl olacak ya da Kobani kumpas davasından çıkacak hakkaniyetli kararla bu 100 yıl hepimizin olacak. Kobani kumpas davasına sessiz kalan basını, siyasetçileri, sivil toplum örgütlerini, bütün kesimleri geleceğimizi AKP-MHP iktidarına ve IŞİD zihniyetine bırakmamak için Kobani kumpas davasını sahiplenmeye yani kendimizi sahiplenmeye davet ediyoruz. IŞİD katliamları devam ederken hem de IŞİD bunu yaptığında İslam dini adı altında yaptığını ifade ederken hiçbir söz duymadık Diyanet`ten. Kobani kumpas davasında da demokratik siyasette de mücadele alanlarımızda da iki güç karşı karşıya. Bir; IŞİD zihniyeti, bir de bizim zihniyetimiz. Emeğimizle, mücadelemizle, yan yana gelişimizle ördüğümüz bu demokratik hak IŞİD zihniyetini yendi yeniden karşımızda güçlendirmek istedikleri IŞİD zihniyetine elbette ki geçit vermeyeceğiz.
“SIRF HAZİRAN AYINDA TÜRKİYE`NİN BÜTÜN EMEĞİNİ OMUZUNDA TAŞIYAN EMEKLİLER VE MEMURLAR YÜKSEK ZAM ALMASINLAR DİYE HAZİRAN AYI RAKAMLARINI DÜŞÜK GÖSTERDİLER”
Merkez Bankası geçtiğimiz günlerde üçüncü enflasyon raporunu yayınladı. 2023 yılı enflasyon tahminini yükseltti. Merkez Bankası 2023 yılı enflasyon tahminini yüzde 22,3`ten yüzde 58`e çıkarttı. Bu demek oluyor ki ülkede fiyat istikrarını sağlamakla görevli olan kurum diyor ki ‘bana kanunla bu görev verildi ama ben bu görevimi yerine getiremiyorum.` Merkez Bankası`nın ardından TÜİK`te enflasyon rakamlarını açıkladı. Buna göre; Temmuz`da aylık enflasyon oranını yüzde 9,49 olarak açıkladı. Aynı TÜİK Haziran ayında aylık enflasyon oranını 3,92 olarak açıklamıştı. Her ne kadar enflasyonun emekliye ve memura verilen zamla açıklamış olsalar da bunun öyle olmadığını biliyoruz. Sırf Haziran ayında Türkiye`nin bütün emeğini omuzunda taşıyan emekliler ve memurlar yüksek zam almasınlar diye Haziran ayı rakamlarını düşük gösterdiler. Bugün Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bile TÜİK`e ‘gerçekleri açıklayın` diyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ‘Enflasyonu orta vadede tek haneye düşüreceğiz.` Aynı sözleri uzun yıllardır bu ülkenin cumhurbaşkanı da ifade ediyor. Bırakın tek haneye düşmeyi enflasyon oranı 3 haneye doğru koşarak gidiyor. Bugün yaşadığımız kriz AKP`nin ekonomi politikalarında yürüttüğü tercihtir. Savaşa, ranta dayalı ekonomik politikaların ne yazık ki yükümlülüğünü emekçiler, emekliler ve bizler çekmek durumundayız. Halkın bir gün dahi tahammülünün kalmadığı bir ekonomik krizle karşı karşıyayız.”