CHP Genel Başkan aday adayı Örsan K. Öymen, CHP İstanbul İl Kongresi`nde; "Bizim arkamızda genel merkez yok, belediye yok, sermaye sınıfı yok, medya-ticaret-siyaset üçgeni yok. Bizim sadece düşüncelerimiz var, ilkelerimiz var, ideolojimiz var, davamız var, hayallerimiz var. Başka da hiçbir şeyimiz yok. Benimle yola çıkmak isteyen herkesi burada yolumuza davet ediyorum. Önce Cumhuriyet Halk Partisi`nde devrim sonra Türkiye`de devrim diyorum" dedi.
CHP İstanbul İl Kongresi bugün yapılıyor. Cemal Canpolat ve Bahçelievler İlçe Başkanı Özgür Çelik`in il başkanlığı için aday olduğu kongre devam ediyor. Kongrede konuşan CHP Genel Başkan aday adayı Örsan K. Öymen, şunları söyledi:
"PARTİMİZİN SORUNLARINI AÇIK VE SEÇİK BİR BİÇİMDE ORTAYA KOYARAK BURADA TARTIŞMALIYIZ"
"İl kongreleri aynı zamanda partimizle ilgili özeleştirinin yapıldığı, eleştirilerin gündeme getirildiği ortamlardır. İki yılda bir yapılıyor, uzatmayla üç yılda bir yapılıyor. Bizim üç yıl daha bekleme lüksümüz yok. Partimizin sorunlarını açık ve seçik bir biçimde ortaya koyarak burada tartışmalıyız. Bugüne kadar ne yazık ki dost acı söyler derler; Cumhuriyet Halk Partisi`nin dostları doğruları ortaya koymalıdır. Algıları bir kenara bırakmalıyız. Mevcut yönetimin, mevcut genel başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu`nun yönetiminde girilen tüm seçimler, 13 yıldaki bütün seçimler ne yazık ki kaybedilmiştir. Birinci olgu bu. 13 yılda 12 seçim kaybedildi, 5 milletvekilliği seçimi, 3 cumhurbaşkanlığı seçimi, 2 referandum, 2 belediye seçimi...
Belediye seçimlerinin birisinde önemli, göreceli bir başarı elde ettik. İstanbul, Ankara, Adana, Antalya ve Mersin`i aldık. Fakat biz birazda yenilgiyi alıştırılmış bir ruh hali içindeyiz. 1989 yılında Prof. Dr. Erdal İnönü liderliğinde SHP döneminde CHP açılmadan önce SHP Türkiye çapında birinci parti olmuştu. Bir başka sorun; partimiz yüzde 22-26 bandına sıkışmış durumda. Bu mevcut yönetime özgü bir durum değil. Daha önceki yönetimde de böyleydi. Ne yazık ki kişiler değişti, sorunlar değişmedi. Özellikle parti içi demokrasi ve partinin ilkelerinden uzaklaşılması konusunda çok ciddi sorunlar yaşıyoruz.
"MEVCUT YÖNETİM VE BİR ÖNCEKİ YÖNETİMİN ORTAK ÖZELLİĞİ NEDİR, NE BİZ BİR TÜRLÜ YÜZDE 26`NIN ÜZERİNE ÇIKAMIYORUZ"
1957 yılında İsmet İnönü genel başkanken, 1977 yılında Bülent Ecevit genel başkanken partimizin oyu yüzde 41`di. 50`lerde, 60`larda, 70`lerde partimizin oyu nadiren yüzde 30`un altına düşmüştü. Bizim şunu iyi düşünmemiz lazım: Şu andaki mevcut yönetim ve bir önceki yönetimin ortak özelliği nedir, ne oluyor da biz bir türlü yüzde 26`nın üzerine çıkamıyoruz. İki temel özellik var. Birincisi; oligarşik bir yapı, mahalle, il, ilçe örgütlerine danışılmadan kritik kararları oligarşik bir yapı yukarıda almakta ve örgütler baypas edilmektedir. Onlara yeterince danışılmamaktadır. Birinci sorun parti içi demokrasi sorunu.
İkinci sorun da; partinin ilkelerinden uzaklaşması, tutarsızlaşması. Bir önceki yönetimde bu sorun başlamıştı, mevcut yönetim de ne yazık ki azami seviyeye ulaşmış durumda. İlkeleriniz, tutarsız olduğu zaman konjonktüre göre ilke değiştirdiğiniz zaman halka güven veremiyorsunuz. Liderlerin görevi konjonktüre göre siyaset yapmak, koşullara göre siyaset yapmak değil; koşulları değiştirmektir, konjonktürü değiştirmektir ve bu yönde çalışmaktır. Yüzde 48 değerli bir oydur fakat bundan önceki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, bir önceki ve ondan önceki seçimlerde muhalefet partilerinin gösterdikleri adayların toplam oyu da yüzde 48`di, orada da bir artış yok.
"OLİGARŞİK BİR YAPI KİLİT KARARLARI ALIR HALE GELDİĞİ ZAMAN ÇOK CİDDİ LOJİSTİK, STRATEJİK, İDEOLOJİK HATALAR YAPILIYOR"
Parti içi demokrasi olmadığı zaman oligarşik bir yapı kilit kararları alır hale geldiği zaman çok ciddi lojistik, stratejik, ideolojik hatalar yapılıyor. Yine aynı şeyi yaşadık. Oy oranı yüzde 1`i, 2`yi geçmeyen siyasi partilere seçilebilecekleri yerleden 39 milletvekillinin hediye edilmiş olması temsiliyet ilkesine aykırıdır. Halkın egemenliği ilkesine aykırıdır. Oy oranlarıyla milletvekili sayısı arasında bir orantısızlık olduğu zaman bunu sorgulamamız gerekiyor. Şimdi anayasa değişiklikleri gündeme gelecek, bu milletvekilleri Cumhuriyet Halk Partisi yönetiminden farklı bir yol izlerse AKP`nin dikta rejimini pekiştirecek yönde anayasa değişiklikleri yapılırsa ve bu milletvekilleri bu konuda AKP`nin dikta rejimiyle işbirliği yaparlarsa bunun sorumlusu kim olacak?
Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesi, yine bunun ilçe, il örgütlerinde tartışılabiliyor olması gerekirdi. Kimin seçilme olasılığı daha yüksekse, bilimsel araştırmalar üzerinden bu şekilde bir yol alınması gerekiyordu. Cumhuriyet Halk Partisi ne yazık ki eski sistemde yüzde 20 ile 25 ile parlamenter sistemde başbakan olunabiliyordu, hükümet olunabiliyordu. Fakat şimdi bu 50 artı 1 ucube sistem yüzünden farklı hesapların yapılması gerekiyor. CHP Genel Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı seçimini iki ayrı kategoride değerlendirmek gerekiyor. Elbette Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı da eğer onun seçilme olasılığı daha yüksekse tercih odur, onun aday gösterilmesi gerekiyor ama bir başkası ise ona yönelmek gerekiyordu.
"CUMHURİYET HALK PARTİSİ`NİN İLKELERİ BELLİDİR, KİŞİLER KENDİ KENDİNE İLKE İCAT EDEMEZ"
Cumhuriyet Halk Partisi`nin ilkeleri bellidir. Parti programında temel ilkelerimiz ortaya konmuştur. Kişiler kendi kendine ilke icat edemez. Bir düşünce kuruluşu olursunuz ya da akademik bir ortam olur, akademik ortamda her şeyi tartışırız. Ama bir siyasi partiye üye olduğunuz zaman o siyasi partinin ilkelerine uymakla yükümlüsünüz. İlkeleri de kişiler yapmaz, genel başkan ilkeleri değiştiremez. Kurultay delegeleri, program kurultayında bu ilkeleri onaylarlar. Onlar da bellidir. Cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, milliyetçilik, devrimcilik, sosyal demokrasi, demokratik solculuk.
Şöyle bir şey deniliyor, `Biz 20`lerin, 30`ların CHP`si değiliz.` Bu ne demek? Bugün bir karşı devrim süreci yaşıyoruz. AKP iktidarı monarşik bir düzen kurmuş, tek kişi yönetimi. Bunun karşıtı nedir? Biz buna karşı hangi ilkeyle mücadele edeceğiz? Cumhuriyetçilik ilkesiyle yani halk egemenliği ilkesiyle. AKP bu tek adam yönetimine bir azınlığı eklemlemiş, imtiyazlı bir azınlık, oligarşik bir düzen kurmuş. Buna karşı hangi ilkeyle mücadele edeceğiz? Halkçılık ilkesiyle. AKP, serbest piyasacı, özelleştirmeci bir düzen kurmuş. Her şeyi serbest piyasaya havale etmiş buna karşı neyle mücadele edeceğiz? Devletçilik ilkesiyle, kamucu ekonomi politikalarıyla. AKP, teokratik bir düzen kurmuş, din devleti kurmuş kurmaya da devam ediyor. Buna karşı nasıl mücadele edeceğiz? Laiklik ilkesiyle. Parti yönetiminin en fazla ihmal ettiği ilke. Eğitimin dinselleşmesi, siyasetin dinselleşmesi, devlette kadrolaşmanın dinselleşmesi konusunda etkili bir muhalefet yapamadık.
"DEVRİMCİLİK, STATÜKOCULUĞUN, MUHAFAZAKARLIĞIN ANTİTEZİ DEVRİMCİLİKLE BİZ BU MUHAFAZAKAR DAYATMAYI AŞABİLİRİZ"
Milliyetçilik asla ırkçılık değildir. Milliyetçilik, ümmetçiliğin anti tezidir. Bu anlamda laiklik ilkesini tamamlar. Öncelik vatandaş olmaktır. Türkiye Cumhuriyeti etnik kökeni, dini, mezhebi, felsefi görüşü ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktır. Öncelikli olan vatandaşlık bilincidir. Onunda temeli, omurgası anayasadır. Bizi Somalili, Sudanlı, Afganistanlıdan ayıran bir şeyin olması lazım, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı. Ne yazık ki milliyetçilik kavramını `ırkçılık` olarak kullanan odaklar var. Ama Mustafa Kemal Atatürk`ün ve Cumhuriyet Halk Partisi`nin programı milliyetçiliği böyle tanımlamıyor. Devrimcilik, statükoculuğun, muhafazakarlığın antitezi devrimcilikle biz bu muhafazakar dayatmayı aşabiliriz. Sosyal demokrasi, demokratik solculuk; ekonomik ve sosyal adaleti hedefler, karma ekonomik modeli hedefler. Bu anlamıyla halkçılık ve devletçilik ilkelerini tamamlar.
Altı ok ile sosyal demokrasi arasına bir karşıtlık yaratmak bu partinin bölünmesine, parçalanmasına yol açar. Emperyalizm bunu istiyor. Cumhuriyet Halk Partisi`ni bir tarafta `sosyal demokratım` diyenler, bir tarafta altı oku savunanlar. Bunları bir bütün olarak savunmalıyız. Birleşip bütünleşmek istiyorsak, partinin bölünmesini önlemek istiyorsak bunların parti programında ortaya konan sentezini özümsememiz gerekiyor. Kendi kendimize ilke icat edemeyiz. 1921 anayasasının övüldüğü bir `kapsayıcı anayasa` dendi altılı masanın metinlerinde. Türkiye Cumhuriyeti`nin en özgürlükçü anayasası olan 1961 anayasasına `vesayetçi anayasa` dendi. Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir şeyin altına nasıl imza atar?
"PARTİ İÇİ EĞİTİM OLMADAN PARTİ İÇİ DEMOKRASİ OLMAZ"
Cumhurbaşkanı `nas` diyor ona göre ekonomi politikası belirliyor, faizleri indiriyor. Biz genel başkanımızın ya da yöneticilerimizin şunu demesi gerekiyor: `Burası demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti, burada anayasalar, yasalar var.` Bu söyleneceğine `din kitapları, ayetler üzerinden ekonomi politikası belirlenmez` diyeceğimize `madem nas var faizi daha fazla indir` deme noktasına geldik. Anayasanın 24`üncü maddesi neyi söyler: `Türkiye Cumhuriyeti`nin ekonomik, siyasi, hukuki, sosyal yapısını kısmen bile din kurallarına dayandıramazsınız.` Biz ne zaman anayasanın 24`üncü maddesini ön plana çıkartarak laiklik ilkesini savunduk? Biz altı oku bertaraf edersek karşı devrime bilinçli ya da bilinçsiz hizmet etmiş oluruz.
Parti içi eğitim olmadan parti içi demokrasi olmaz. İlçelerimiz konusunda üyelerimizin mutlaka parti içi eğitim sürecinden geçmesi gerekiyor. Sağlıklı bir üye yapılanmasında yüzde 5 genel kontenjan hariç milletvekilleri adaylarının ve adayların ön seçimle belirlenmesi gerekiyor. Partinin organlarının çalıştırılması gerekiyor. Birden fazla adaya kongrelerde, kurultayda imza verilebiliyor olması gerekiyor. Seçimlerin herkesin aday olabildiği çarşaf listeyle yapılmasının kolaylaştırılması, blok listeyle seçime gidilmesinin zorlaştırılması gerekiyor. Mahalle kongrelerinin demokratik bir biçimde tüm üyelerin oy kullanabildiği tek yer. Bunların demokratikleştirilmesi gerekiyor. İki genel seçim üst üste kaybeden bir genel başkanın bir daha genel başkan olmaması gerekiyor. Bunun tüzükle düzenlenmesi gerekiyor.
"PARTİ İÇİ DEMOKRASİYİ TESİS EDECEĞİZ, PARTİNİN İLKELERİNE DÖNMESİNİ SAĞLAYACAĞIZ"
Parti içi demokrasiyi tesis edeceğiz, partinin ilkelerine dönmesini sağlayacağız, partinin özüne dönmesini sağlayacağız ve Türkiye`nin sorunlarına bu ilkeler doğrultusunda çözüm önerileri bulacağız. Önümüzde belediye seçimi var. Bir araştırılma yaptırılsın, bilimsel, 60 ilde 10 bin 15 bin kişiyle. `Sayın Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olarak görevine devam ederse, önümüzdeki belediye seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi`nin belediye başkan adaylarına oy verecek misiniz?` Tek soru. Cevabı ne ise bulunsun ona göre bir strateji belirlensin. Hatta bu diğer adaylar için de sorulsun. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde olduğu gibi hoşumuza gidecek ya da bizim gönlümüzü hoş tutacak anket sonuçlarından bahsetmiyorum. Gerçeklerden söz ediyorum.
Medya kamuya hizmet vermekle hükümlüdür. Eğer Cumhuriyet Halk Partisi`nin genel başkanlığına aday olanlar varsa bunlara eşit bir biçimde yer vermek zorundasınız. Biz AKP`nin yandaş medyası diye eleştiriyoruz, peki kendimiz ne yarattık? Medya siyasi partilerin yönetimleriyle bu kadar içli dışlı olabilir mi? Böyle bir model hangi demokrasi de var? Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı diyoruz, medya ile siyasi partilerin arasında güçler ayrılığı olmadan kamuyu nasıl bilgilendireceğiz? Cumhuriyet Halk Partisi sadece bu kongre salonlarından ibaret değil. Cumhuriyet Halk Partisi aynı zamanda, seçmeniyle, tabanıyla, tüm üyeleriyle var olan bir yapı. Bu salonlar çok önemli fakat salon dışındakilerin de sesini kulak verilmesi gerekiyor. Vatandaşla, CHP seçmeniyle, CHP üyeleriyle inatlaşamazsınız. Bu belediye seçimlerinde tabanımızı konsolide etmemiz gerekiyor.
"ÖNCE CUMHURİYET HALK PARTİSİ`NDE DEVRİM SONRA TÜRKİYE`DE DEVRİM DİYORUM"
Bizim arkamızda genel merkez yok, belediye yok, sermaye sınıfı yok, medya-ticaret-siyaset üçgeni yok. Bizim sadece düşüncelerimiz var, ilkelerimiz var, ideolojimiz var, davamız var, hayallerimiz var. Başka da hiçbir şeyimiz yok. Benimle yola çıkmak isteyen herkesi burada yolumuza davet ediyorum. Önce Cumhuriyet Halk Partisi`nde devrim sonra Türkiye`de devrim diyorum."